Loading ...
Global Do...
News & Politics
8
0
Try Now
Log In
Pricing
T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI DÂMEGÂNÎ’NİN el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR İSİMLİ ESERİNDEKİ METODU (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Esma ÇETİN Danışman Doç.Dr. Abdulhamit BİRIŞIK BURSA 2006 T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Tefsîr Bilim Dalı’nda U2004659 numaralı Esma ÇETİN’in hazırladığı “Dâmegânî’nin el-Vücûh ve’n-Nezâir İsimli Eserindeki Metodu” konulu yüksek lisans çalışması ile ilgili tez savunma sınavı, /08/ 2006 günü - saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin ….. (başarılı/başarısız) olduğuna ……….… (oybirliği/oy çokluğu) ile karar verilmiştir. Sınav Komisyonu Başkanı Prof.Dr. İbrahim ÇELİK Üye (Tez Danışmanı) Doç.Dr. Abdulhamit BİRIŞIK Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Üye Doç.Dr. Mehmet YALAR Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Üye Akademik Unvanı, Adı Soyadı Üniversitesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. İbrahim ÇELİK ....../......./ 2006..... Enstitü Müdürü Prof.Dr. Tahir BAŞTAYMAZ III ÖZET Yazar Esma ÇETİN Üniversite Uludağ Üniversitesi Anabilim Dalı Temel İslam Bilimleri Bilim Dalı Tefsir Tezin Niteliği Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı VIII+98 ve Ekler Mezuniyet Tarihi …. /08/ 2006 Tez Danışmanı Doç.Dr. Abdulhamit BİRIŞIK DÂMEGÂNÎ’NİN el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR İSİMLİ ESERİNDEKİ METODU Kur'ân ilimleri terimi olarak vücûh, bir kelimenin Kur’ân’da birbirinden farklı anlamlarda kullanılması nezâir ise farklı köklerden gelen kelimelerin aynı anlamı ifade etmesine denir. Bu iki kavram Kur'ân’ı anlamada büyük önem arz eden el- Vücûh ve’n-Nezâir ilminin temelinin oluşturur. Hicrî 5. asırda yaşamış olan Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî’nin “el-Vücûh ve’n- nezâir li elfâzi kitâbillâhi’l-azîz ve me‘ânîhâ” adlı eseri çok anlamlı (vücûh) 529 kelime ihtiva eder. Bu kelimeler arasında Kur'ân’ın anlam alanı içerisinde önemli yeri olan kavramlardan başka pek dikkat çekmeyen edatlar ve harfler de yer almaktadır. Alfabetik sırayla sistematik bir şekilde telif edilen kitapta müellif önce kitabına aldığı kelimelerin farklı anlamlarını (vecih) ortaya koyar; ardından her bir vechi tefsir ederken özellikle başka âyeti/âyetleri delil getirerek konuyu açıklığa kavuşturur. Bu tür bir çalışma için önemli bir kaynak olan hadîs literatürünün kullanılmaması, selef kavli, sebeb-i nüzûl, şiir ve lugat gibi başlıca tefsîr malzemelerinin de eserin tamamına göre az denebilecek sayıda kullanılması dikkat çekmektedir. Yalnız bu durum müellifin bu ilimlerden habersiz olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Çünkü müellif kaynaklarını açıkça belirtmese de ilmî birikimi kitabın muhtevasında kendini göstermektedir. Dâmegânî hem rivâyetle gelen literatür hem de Kur'ân ilimleri ve lugat ilimleri ışığında kelimeleri tefsîr etmektedir. Kendinden önceki fikrî, ilmî ve itikadî süreci dikkate aldığımızda Kur'ân âyetlerini tevil eden Dâmegânî’nin, üzerinde birçok tartışmaların yapıldığı görüşlerin iptali veya ispatına çalışmadığı ve oldukça sade bir uslûpla Ehl-i sünnet çizgisinde yorumlar yaptığı görülür. Dâmegânî’nin el-Vücûh ve’n-Nezâir ilmine dair bu eseri Kur'ân kavramlarının anlaşılmasında ve özellikle Kur'ân tercümesinde ilim adamlarının ufkunu açacak ve bu alanda çalışanlar için önemli bir kaynak olacaktır. Anahtar Sözcükler Vücûh Nezâir Dâmegânî Kur'ân İlimleri İstişhâd Ehl-i Sünnet Dil İlimleri Rivâyet IV ABSTRACT Author Esma ÇETİN University Uludağ University Main Discipline Basic Islamic Sciences Discipline Exegesis (Commentary of the Qur’an) Attribute of Thesis Master of Arts Page Count VIII+98 Graduation Date …. / 08 / 2006 Thesis Supervisor Associate Prof.Dr. Abdulhamit BİRIŞIK DAMEGANİ’S METHOD in HİS BOOK NAMED al-VUCUH wa’n-NAZAİR As a Qur’anic Science term, the vucûh (Homonymous) means using a single word with different meanings in the Qur’an whereas nazair (Synonymous) tells us the words came from different roots bearing the same meaning. These two terms take place as a base for the Qur’anic science “al-Vucûh wa’n-Nazâir” which is very important to understand Quran. al-Vucûh wa’n-Nazâir li Alfâzi Kitâbillâh al-Azîz wa Ma‘ânîha as a great book of Hussain ibn Muhammad al-Dâmegânî, who had lived in the 5th century of Hegira, contains 529 significant (vücuh) words. Beside the significant Qur’anic concepts in the book there are some prepositions and letters that do not call our attention much. Within the book that is systematically reconciled with an alphabetical order, author firstly brings up the different meanings of words (vecih). Then for commenting every “vecih” he uses other verses of the Qur’an as proof and clears up the subject. It is conspicuous that no literature of Prophet Muhammad's sayings, that is important source. As main commentary sources; selef kavli, sebeb-i nüzûl, poem and dictionary are used too few throughout the book. Meanwhile that does not mean author is unaware of these sciences. Although author does not reveal his sources, his knowledge is very clear throughout the book. Dâmegânî comments the words under the knowledge of the Qur’an, rumor (riwayat) and dictionary. When we take the intellectual, scientific and theological developments of his time into consideration we have seen that Dâmegânî uses a clear style to make his comments and never involves the controversial subjects. He keeps the Ahl-a Sunnah way of thinking. Dâmegânî’s book with this content will enlarge scholars’ perspective being an important source for them to understand main concepts of Qur’an and especially to translate the Qur’an correctly. Key Words Vucûh/Homonymous Nazair/Synonymous Dâmegânî Qur’anic Sciences İstişhâd/Testimony Ahl-a Sunnah Linguistic Sciences Narration ÖNSÖZ Kur'ân’ı anlamak ve onun izinden gidebilmek hiç şüphesiz kaynağını Kur'ân’dan alan ilimleri tahsîl etmek [öğrenmek] ve iyice benimsemek ile mümkün olacaktır. Tefsir ilminde derinleşme çabası gösteren kişinin, Kur'ân âyetlerinin sadece lafzî anlamını değil aynı zamanda lafzın kendisine delâlet ettiği daha derin manaları da ayrıntısıyla bilmesi gerekir. Dolayısıyla Kur'ân kelime ve kavramlarının doğru bir şekilde tercümesi, tefsîri ve tevîli Kur'ân ilimleriyle yoğrulmuş köklü bir birikim ile mümkün hale gelecektir. Bu ilmî standarda hiç şüphesiz öncelikle Arap dilinin bilinmesi ve bu dilin Kur'ân’daki kullanımlarının öğrenilmesiyle ulaşılacaktır. Kur'ân kelime ve kavramlarıyla ilgilenen birçok Kur'ân ilmi vardır. Garîbü’l- Kur’ân, meâni’l-Kur'ân, i’râbü’l-Kur’an ve el-vücûh ve’n-nezâir gibi ilimler bunlardan ilk akla gelenlerdir. Bunlar arasında yer alan el-vücûh ve’n-nezâir ilmi doğrudan Kur'ân kelime ve kavramlarıyla ilgilenir. Temelleri ilk hicri asırda atılan bu ilmin araştırmacıya sağlayacağı bakış ve bilgi birikimi bir yandan onun ufkunu açacak, öte yandan da Kur'ân tercüme ve yorumu konusunda kendisine yol gösterecektir. Elinizdeki yüksek lisans tezi el-vücûh ve’n-nezâir ilminde önemli bir yere sahip olan Dâmeganî’yi ve el-Vücûh ve’n-nezâir li elfâzi kitâbillâhi’l-azîz ve me‘ânîhâ adlı eserini konu edinmektedir. Çalışma Kur'ân kelime ve kavramlarının, Dâmegânî tarafından nasıl değerlendirildiğini ortaya koymakta ve başta Kur'ân meali hazırlayan ilim adamları olmak üzere bu alandaki tüm akedemisyenlere alternatif bir kaynak tanıtımı yapmaktadır. Tez bir giriş, iki bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Girişte Kur'ân ilimlerinin doğru anlaşılmasının gerekliliği, Kur’ân ilimlerinin tarihi ve Kur’ân’ın anlaşılmasına katkısı, dil ilimleri ve bunların Kur’ân yorumuna katkısından söz edilmiştir. Birinci bölümde el-vücûh ve’n-nezâir ilminin kavramsal çerçevesi, ortaya çıkışı, konusu ve bu alanda yazılan eserler ile Dâmegânî’in hayatı ve eserlerinden ilmî kişiliğinden bahsedildikten sonra müellifin eseri tanıtılmıştır. Tezin ana gövdesini oluşturan ikinci bölümde ise Dâmegânî’nin el-vücûh ve’n-nezâir adlı eserindeki metodu değişik yönlerden tahlile tabi tutulmuştur. Tez, yapılan çalışmayı değerlendiren ve varılan neticeyi ortaya koyan bir sonuç ile son bulmuştur. Çalışmanın bu aşamaya gelmesinde çok sayıda insanın katkısı olduğunu burada özellikle anmam gerekir. Bu cümleden olarak, bana rehberlik eden tez danışmanım Doç. Dr. Abdulhamit Birışık’a ve diğer hocalarıma; beni sabır ve sevgiyle destekleyen anne-babama ve VI kardeşlerime; fikirlerinden yararlandığım ve desteklerini gördüğüm arkadaşlarıma teşekkürü mutlaka yerine getirilmesi gereken bir borç bilirim. Tezimin bu alanda çalışanlara ve Kur'ân araştırmacılarına faydalı olması en içten dileğimdir. Bursa 2006 Esma ÇETİN İÇİNDEKİLER ÖZET ................................................................................................................... III ABSTRACT ......................................................................................................... IV ÖNSÖZ ................................................................................................................ V İÇİNDEKİLER.......................................................................................................VII KISALTMALAR.................................................................................................... IX GİRİŞ ....................................................................................................................1 I. KUR'ÂNIN DOĞRU ANLAŞILMASININ GEREKLİLİĞİ ........................................... 1 II. KUR'ÂN İLİMLERİNİN TARİHİ VE KUR'ÂN’IN ANLAŞILMASINA KATKISI ............ 2 III. DİL İLİMLERİ VE BUNLARIN KUR'ÂN YORUMUNA KATKILARI ......................... 4 BİRİNCİ BÖLÜM el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR İLMİ ve DÂMEGÂNÎ’NİN el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR’İ I- el-VÜCÛH ve en-NEZÂİRİN LUĞAVÎ VE ISTILÂHÎ TANIMLARI ............................ 7 A. VÜCÛH ........................................................................................................ 7 1. Lugatta Vücûh ............................................................................................ 7 2. Istılahta Vücûh............................................................................................ 9 B. NEZÂİR....................................................................................................... 11 1. Lugatta Nezâir .......................................................................................... 11 2. Istılahta Nezâir .......................................................................................... 12 II- VÜCÛH-NEZÂİR İLMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE KONUSU .................................. 14 III. el-VÜCÛH ve NEZÂİR İLE İLGİLİ ESERLER...................................................... 15 IV. DÂMEGÂNÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ.......................................................... 18 A. HAYATI...................................................................................................... 18 B. İLMÎ KİŞİLİĞİ............................................................................................... 20 C. ESERLERİ ................................................................................................... 21 D. el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR............................................................................... 21 1. Kitabın İsmi .............................................................................................. 21 2. Kitabın Nüshaları ...................................................................................... 22 3. Kitabın Telif Nedeni .................................................................................. 26 İKİNCİ BÖLÜM DÂMEGÂNÎ’NİN el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR’DEKİ METODU I. EL-VÜCÛH VE’N-NEZÂİR’İN METODU................................................................ 27 A. ÂYETLE İSTİŞHÂD YÖNÜNDEN METODU ................................................. 27 1. Bir Kelimenin Vechini Açıklarken Âyetle İstişhâd ......................................... 28 2. Örnek Olarak Getirdiği Âyetlerden Bazısını Açıklaması ................................. 29 3. Aynı Âyeti Farklı Vecihlere Delil Göstermesi ................................................ 30 4. Âyetle İstişhâd Yapmadığı Yer.................................................................... 31 5. Âyetleri Tam/Yarım Vermesi ..................................................................... 32 6. Sûre İsmini Farklı Vermesi ......................................................................... 32 B. RİVÂYETLERLE İSTİŞHÂD YÖNÜNDEN METODU...................................... 32 1. Hz. Peygamber'in Hadîsleriyle İstişhâd ........................................................ 33 2. Selef Kavli İle İstişhâd ............................................................................... 33 a Sahâbe Kavli İle İstişhâd.......................................................................... 34 b. Tabiîn Kavli İle İstişhâd .......................................................................... 39 C. KUR’ÂN İLİMLERİ YÖNÜNDEN METODU................................................... 45 VIII 1. Kıraat ...................................................................................................... 45 2. Sebeb-i Nüzûl ........................................................................................... 48 a. Nüzûl Sebebini Tasrîh Etmesi ................................................................. 49 b. Nüzûl Sebebini Tasrîh Etmemesi............................................................. 51 3. Muhkem Müteşâbih................................................................................... 52 4. Garîbu’l-Kur’ân ......................................................................................... 53 5. Mübhemâtü’l-Kur’ân.................................................................................. 56 D. FİLOLOJİK TETKİKLER YÖNÜNDEN METODU........................................... 64 1. Nahiv....................................................................................................... 64 a. Nahiv Kaidesi Zikretmesi........................................................................ 65 b. Bazı Edat ve Harflerin Âyetlerdeki Fonksiyonuna İşaret Etmesi: ................. 66 c. Âyetlerde Geçen Harf-i Cerrlerin Değişik Manalarına İşaret Etmesi............. 67 d. Kelimelerin İrabını Göstermesi................................................................ 68 2. Lugat ....................................................................................................... 68 a. Dilcilerin Nakillerine Dayanarak Âyetleri Şerhi ......................................... 69 b. Arapların İstimalini Zikrederek Âyeti Şerhi ............................................... 71 3. Belağat-Temsil .......................................................................................... 73 4. Şiirle İstişhâd ............................................................................................ 76 E. FIKHÎ KONULARI ELE ALIŞTAKİ METODU ................................................. 78 F. KELAMÎ KONULARI ELE ALIŞTAKİ METODU ............................................. 81 1. Kelâmî Yoruma İhtiyaç Duyan Âyetleri Tefsîri.............................................. 82 2. Müteşâbihât (Haberî Sıfatlar) Konusundaki Yorumları ................................... 86 II. DÂMEGÂNÎ’NİN KİTABININ MUKÂTİL B. SÜLEYMÂN’IN KİTABIYLA İLİŞKİSİ VE MUKAYESESİ ............................................................................................................... 89 A. MUKÂTİL’İN HAYATI VE İLMÎ KİŞİLİĞİ ....................................................... 89 B. MUKÂTİL’İN KİTABINDAKİ METODU ......................................................... 90 C. DÂMEGÂNÎ’NİN ESERİ İLE MUKAYESESİ.................................................... 91 SONUÇ............................................................................................................... 95 KAYNAKLAR ...................................................................................................... 97 EKLER .............................................................................................................. 100 Ek 1: ............................................................................................................. 100 Ek 2: ............................................................................................................. 101 Ek 3: ............................................................................................................. 102 Ek 4: ............................................................................................................. 103 Ek 5: ............................................................................................................. 105 ÖZGEÇMİŞ........................................................................................................ 107 KISALTMALAR a.e. : Aynı eser a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.g.md. : Adı geçen madde a.y. : Aynı yer AY : Arapça yazmalar b. : Bin b.a. : Eserin bütününe atıf bkz. : Bakınız bs. : Baskı bt. : Binti c. : Cilt çev. : Çeviren der. : Derleyen DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi h. : Hicrî haz. : Hazırlayan Hz. : Hazreti İFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı m. : Miladî md. : Madde nşr. : Neşreden, tahkik eden nr. : Numara r.a. : Radiyallahu anh s. : Sayfa s.a. : Sallallâhu aleyhi ve sellem s.s. : Sayfadan sayfaya sy. : Sayı ts. : Basım tarihi yok, tarihsiz UÜİF : Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi vb. : Ve benzeri Yay. : Yayınları, yayınevi Yay.y. : Yayım yeri yok BİBLİYOGRAFİK KISALTMALAR Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî): el-Vücûh ve’n-nezâir li elfâzi kitâbillâhi’l-azîz ve me‘ânîhâ, nşr. Fâtıma Yusuf el-Haymî, Mektebetü’l- Fârâbî, Suriye, 1998. Dâmegânî, el-Vücûh (Abdulhamîd): Dâmegânî, el-Vücûh ve’n-nezâir li elfâzi kitâbillâhi’l-azîz ve me‘ânîhâ, nşr. Abdulhamîd Ali, Daru Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 2003. GİRİŞ I. KUR'ÂNIN DOĞRU ANLAŞILMASININ GEREKLİLİĞİ Zerreden kâinâta herşey insana hikmetli bir yaratıcının varlığını ve O’nun sanatındaki eşsizliği göstermektedir. İşte insan, bu muazzam varlık âlemi üzerinde tefekkür ederek Rabbi’nin hikmet ve azametini tasdik ve tazim ile memurdur. Nitekim insanın yaradılış gayesi Allah’a hakkıyla kulluk etmeye çalışmaktır. Bu noktada, dünya hayatında fücûr ve takva gerilimleri arasında kalan insan, doğru tercihler yapmalı, imanda kemâle yaklaşabilmek adına ilmî ve manevî donanımlarını kuvvetlendirmelidir. Hiç şüphesiz Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak O’nun koyduğu prensiplere tabi olmakla mümkündür. Şuur sahibi, düşünüp akledebilen insanoğlu Allah’ın rahmeti ile taltîf edilmiş ve ilâhî hitaba muhatap kılınmıştır. Bu hitap vahyin en kâmil şekli olan Kur'ân-ı Kerîm’dir. Allah’ın insana ulaştırdığı son mesajı Kur'ân-ı Kerîm, beşerî duyuş ve düşünüş kapasitesini hesaba katarak ancak onun çok üstünde icâzı ile insana rehberlik etmek, onun Allah’ın rızasını kazanmasını sağlamak için vahyedilmiştir. Bizlerin bakmakla görmek, duymakla kavramak arasındaki farka işaret ederken hareket noktamız nasıl beş duyunun ötesindeki idrâki çalıştırmaya yönelikse, Kur’ân-ı Kerîm’deki her bir âyet, her bir kelime hatta her bir harf kıraatin çok ötesinde bir tilavet ile okunduğunda aklın tefekkür seyrini müsbet bir yöne sevkeder ve mana ikliminin hazinelerini insanoğlunun ayakları altına serer. Burada kıraat ile tilavet arasındaki ince çizgiye değinmek yerinde olacaktır. T-l-v kökünden türemiş bir masdar olan tilâvet, “uyup ardından gitmek, tâbi olmak, okumak” gibi anlamlara gelir.1 Zaman içerisinde tilâvet Kur’ân-ı Kerîm’i okumaya verilen özel bir isim olmuştur. Râgıp el-İsfehânî bu konuda dikkate değer bir yorum yapmaktadır. O, tilâveti içinde düşünme eyleminin gerçekleştiği okuma olarak tanımlar.2 Nitekim bir şeyin diğerinin arkasından gitmesi, ona uymak ve onun peşinden gitmekle olur ki Kur'ân-ı Kerîm’i hakkıyla tilâvet, önce ona zihnen tabi olmak yani düşünmek sonra fiilen tabi olmak yani amel etmekle olacaktır. Bu ikisi birbirinin devamı, sebeb ve sonucu gibidir. İşte bu yüzden âyeti kerimeler 1 bkz. İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Cemâleddîn Muhammed b. Mükerrem el-Ifrıkî el-Mısrî, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, ts., “tlv” md. 2 Râgıb el-İsfahâni, Ebü'l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal, el-Müfredât fî garibi’l-Kur’an, Mısır, 1970, “tlv” md. 2 bizleri Kur'ân-ı Kerîm’i en güzel nağmelerle okunan ama hançerelerinin aşağısına inmeyen bir kitap edinmekten, en samimi tefekkürle tilâvet edilen kelâm-ı ilâhî edinmeye davet ediyor. “Kendilerine verdiğimiz kitabı, lâyık olduğu şekilde okuyup izleyenler var ya, işte onlardır onu tasdik edenler. Kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir.”3 Kur'ân-ı Kerîm’in bizzat kendisi her biri zihnî bir süreci ifade eden tefekkür, tedebbür, tezekkür gibi kavramları kullanarak kelâmın anlaşılmasının önemini anlatır.4 “Kur'ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli midir?”5 “Hala Kur'ân üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?”6 Âyet-i kerimelerin de ortaya koyduğu gibi insanın varlık gayesine ulaşabilmesi adına bu hayattaki gerçek yardımcısı Kur'ân-ı Kerîm’i anlamaya, dolayısıyla murâd-ı İlâhî’yi görmeye çalışmak her müminin aslî vazifesidir. Bu bilince sahip selef alimleri kendi ilmî, coğrafî, ictimâî hatta siyasî alt yapılarına göre Kur'ân tefsîri faaliyetlerinde bulunmuşlar, bir çok açıdan şümullu bir literatürü sonraki nesillere miras bırakmışlardır.7 Onların mirasını devralanlar hem lafzı hem lafzın delâlet ettiği manayı ilmî kriterlerle tetkîk etmeli; tefsîr usûlü, Kur'ân ilimleri ve lugat ilimleri başta olmak üzere birçok yardımcı ilimden faydalanarak tefsîr faaliyetlerini zenginleştirmelidirler. Öyleyse Kur'ân önce zihnen kavranmalı, doğru şekilde anlaşılmalı ve ardından Kur'ân’ın rehberliğinde gerçekleşen bu zihniyet inkılâbı insanın kendi özünde de m‘akes bulmalıdır II. KUR'ÂN İLİMLERİNİN TARİHİ VE KUR'ÂN’IN ANLAŞILMASINA KATKISI Arapça “ulûmü’l-Kur'ân” olarak anılan Kur'ân ilimleri terkibi “ulûm” ve “Kur'ân” kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir isim tamlamasıdır. Tamlamanın bilinçli olarak seçildiği ve doğru kullanıldığı farzedilirse, Kur'ân ilimlerinin Kur'ân’la ilgili olması gerekmektedir. Kur'ân ile ilgisi olmayan, fakat kendisinden Kur'ân'ın yorumunda dolaylı olarak yararlanılan ilimlerin Kur'ân ilmi sayılıp sayılmayacağı noktası tartışmaya açıktır. Kur'ân İlimleri 3 el-Bakara 2/121. 4 Kur'ân’ı anlamanın önemine işaret eden kavramlar için bkz. Çetin, Abdurrahman, “Kur'ân’ı Anlamanın Önemi ve Bu Konudaki Çalışmalar”, UÜİF Dergisi, c. 9, sy. 9, Bursa, 2000, ss. 194-195. 5 Muhammed 47/24. 6 en-Nisâ 4/82. 7 Oluşan tefsîr ekolleri ve telif edilen eserlerle ilgili bkz. Çetin, a.g.m., ss. 199-204. 3 ile ilgili bir tanım getirmek gerekirse, “Kur'ân'ın vahyi, nüzûlu, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, i’cazı, nâsih ve mensûhu, i’râbı, dil, üslûb ve belağatı, âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgisi, muhkem ve müteşâbihi tek tek Kur'ân ilmi olarak karşımıza çıkarken bunların tamamını birlikte ve sistematik olarak inceleyen ilim “Kur'ân İlimleri” adıyla anılır.8 Kur'ân ilimlerinin İslâm ilim ve kültür tarihinde oldukça erken sayılabilecek bir dönemde ortaya çıktığı kesin olmakla birlikte, özellikle ıstılâhî anlamdaki “ulûmü’l-Kur'ân” teriminin ilk defa ne zaman ve kim tarafından kullanıldığı meselesi tam olarak bilinmemektedir. Hiç şüphesiz bu konuda takip edilecek en pratik usûl, söz konusu terimin zikredildiği ilk eseri belirlemek ve böylece bir tarih tesbitinde bulunmaktır.9 Bu usûlü esas alan Zerkânî’ye göre “Ulumü’l-Kur'ân” terimi ilk defa Ali b. İbrâhîm el-Hûfî (h. 330) tarafından yazılan “el-Burhân fî ulûmi’l-Kur'ân” isimli otuz ciltlik eserde kullanılmıştır.10 Bugün tefsîr usûlü ile yaklaşık aynı anlamda kullanılan “Ulûmü’l-Kur'ân” konularını kapsamlı ve derli toplu şekilde işleyen ilk eserin ise Zerkeşî’ye ait olduğunu söylemek mümkündür. Kur'ân ilimlerinin tedvînine gelince; bilindiği üzere İslâmî ilimler hicrî birinci yüzyıl ile ikinci yüzyılın ilk yarısına kadar şifâhî olarak aktarılmıştır. Dolayısıyla diğer İslâmî ilimlerde olduğu gibi, Kur'ân ilimleri de erken İslâmî dönemde tedvîn edilmemiştir. Kuşkusuz bunun bir takım sebepleri vardır. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür. - Sahâbe neslinin Kur'ân’a dair bilgileri yazıya geçirme ihtiyacı duymamaları - Sahâbe arasında okur yazar olanların sayısının çok az olması - Yazı malzemesinin temininde bir takım güçlüklerle karşılaşılması - Hz. Peygamber’in (s.a.) “Benden Kur'ân dışında birşey yazmayınız. Kim benden Kur'ân dışında birşey yazarsa onu imha etsin”11 şeklindeki direktifi. Sahâbe Kur'ân’ı fiilen tecrübe ettikleri bir ortam içerisinde duymuş ve kavramıştı. Dolayısıyla bu konuda elde ettikleri bilgileri yazı ile kayıt altına alma ihtiyacı hissetmemişlerdi. Ancak, zamanın geçmesiyle birlikte Kur'ân’ın inişine tanıklık eden nesil ahirete intikâl etmiş, dolayısıyla Kur'ân’la muhatapları arasına zamanın geçmesinden kaynaklanan bir kopukluk girmişti.12 İşte bu noktada yeni bir süreç başladı: 8 Birışık, Abdülhamit, “Kur’an: Kur'ân İlimleri”, DİA, Ankara, 2002, c. XXVI, s. 401. 9 Okuyan, Mehmet, Kur'ân’da Vucûh ve Nezâir, Etüt Yay., Samsun, 2001, s. 21. 10 Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilu’l-irfân fi ulûmi’l-Kur'ân, Dâru’l-Marife, Beyrut, 1999, s. 35. 11 Müslim, “Zühd”, 72 (3004). 12 Okuyan, a.g.e., s. 22, 24. 4 Hz. Peygamber (s.a.) zamanında yazı ile tesbit edilmiş olmasına rağmen Kur'ân, sahâbe arasında şifâhî bir şekilde hayat bulmuş; ilk kez Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde Zeyd b. Sâbit başkanlığında iki kapak arasına cem‘i sözkonusu olmuştu. Belli yazım kuralları çerçevesinde Kur'ân-ı Kerîm’in çoğaltılması ve önemli İslâm beldelerine gönderilmesi ise Hz. Osman (r.a.) devrine tekâbül etmekteydi.13 Metnin gerek sözlü, gerekse yazılı formunun otantik vasfını muhafaza etmesi, pek tabii ki yeterli değildi. Çünkü Kur’ân’ın müslümanların hafızalarında veya mushaf sayfalarında aynen muhafaza edilmesi, metnin anlamının muhafaza edilmesi demek değildi; muhafaza edilen, sadece metnin lafızarıydı; zira bir yandan Kur’ân mushaflarda saklanırken, öte yandan dışarıda dil ve bağlam değişiveriyordu. Bu bakımdan selef-i sâlihin, gerek sözlü olsun, gerek yazılı olsun lafızarı tesbit işinde gösterdikleri özen ve gayreti, lafızarın delaletini tayin ve muhafaza etmek hususunda da gösterdiler. Ancak lafızarın delaletini (anlam'ı) tayin etmek, lafızların kendisini tesbit etmek kadar kolay olmadı. Bunun için, dilin gramer (sarf ve nahiv) kaidelerinin belirlenmesi, sözcük hazinesinin tesbit edilmesi, metnin kendisinde vücûd bulduğu tarihî sürecin, metnin konu edindiği yer, kişi ve olayların (mübhemat'ın) mümkün mertebe tüm tafsilatıyla kayda alınması, kısaca tabii bağlamın tüm unsurlarının (kim, nerede, nezaman, nasıl ve niçin) sonraki nesillerce bilinmesini mümkün kılacak tedbirlere başvurulması gerekiyordu; zira sonraki nesillerin (dolaylı muhatapların) “tefsîr ilmi”ne ve “usûlü”ne, bu ilim ve usûlün de böylesi bir sa'y u gayrete ihtiyacı vardı.14 İşte tefsîr ilmi ve bu ilmin temel kavramlarını ihtiva eden “ulûmu’l-Kur'ân” ve “tefsîr usûlü” ilmi bu ihtiyaçtan doğdu.15 III. DİL İLİMLERİ VE BUNLARIN KUR'ÂN YORUMUNA KATKILARI Kur'ân’ı anlamak, öncelikle onu nâzil olduğu lisânın dilbilimsel yapısı içinde anlamak demektir. Nitekim Kur'ân, ısrarla kendisinin Arapça bir kitap olduğunu vurgulamakta ve bu vurguyu bazı âyetlerde “düşünme ve akletme” ile irtibatlandırmaktadır.16 Şu halde Kur'ân kaynak itibariyle ilâhî olmakla birlikte, ontolojik anlamda dilsel bir metindir. Başka bir ifadeyle o murâd-ı İlâhînin öngördüğü ve uyulmasını istediği ilke ve öğretilerin, aşkın âlemden nesneler dünyasına, insana ait dil olgusunun imkânları çerçevesinde sözlü bir aktarımıdır. Ancak 13 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsîr Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2003, 13. bs., ss. 69-88. 14 Cündioğlu, Dücane, Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Anlamın Tarihi, Kitabevi Yay., İstanbul, ts., ss. 103- 104. 15 Okuyan, a.g.e., s. 26. 16 Mesela bkz. Yûsuf 12/2; ez-Zuhrûf 43/3. 5 buradan Kur'ân’ın Allah’ın lisânı olduğu şeklinde bir sonuç çıkarılmamalıdır. Kur'ân’ın Arapça oluşu Allah ile değil O’nun hitabına muhatab olanların içinde bulundukları durumla ilgilidir.17 Nitekim bu keyfiyet İbrahim sûresinde şöyle ifade edilmektedir: “Biz her elçiyi, mutlaka kendi toplumunun diliyle gönderdik ki (vahyedilen mesajı) kendilerine beyân etsin.”18 Muhammed Esed âyete dair şu yorumu yaparak konuya netlik kazandırır: “Bütün ilâhî kaynaklı metinler insanlar tarafından anlaşılması için vahyedildiğine göre, bu metinlerin her birinin, -mesajı ulaştırmakla görevli peygamber hangi kavimdense hitap da öncelikle onlara olacağı için-, o kavmin diliyle indirilmiş olması zorunludur; Kur'ân dahi, evrensel bir mesajı ve hedefi olmasına rağmen bu bakımdan bir istisna değildir.” 19 Netice itibariyle dil İlâhî kelâmın anlaşılmasını sağlayan en önemli ve temel vasıtadır. Kur'ân dili ise Fussilet sûresi 44. âyette belirtildiği gibi Arapça’dır ve muhatapları tarafından anlaşılan bir kitaptır. Hem lafız hem de mana itibariyle muhteşem bir icâz sahibi olan Kur'ân tam bir bütünlük arzetmektedir. Onun her bir âyeti, kelimesi hatta harfi bile başlı başına bir anlam taşımakta, sahip oldukları bütünlük, kelâmın insanı aciz bırakan fevkaladeliğini gözler önüne sermektedir. Kur'ân’ın anlaşılması ve taşıdığı ilâhî mesajın insan hayatına pratik anlamda yansıtılabilmesi hiç şüphesiz öncelikle metnin anlaşılması ile mümkün olacaktır. Cahiliye döneminde kullanılan kelimelerin Kur'ân’ın kullanım sahasına girdiği anda aldığı şekil ve sahip olduğu izafî mananın çözümlenmesi için atılması gereken ilk adım dilin tarihî gelişim sürecinin tahlîl edilip etimolojik açıdan değerlendirilmesinin yapılabilmesidir. Dil ilimleri kelimeleri tanımlamanın yanı sıra onların varlık biçimlerini ve müşahhas kimliklerini sorguladığı ölçüde doğruya en yakın tesbitleri yapacaktır. Kelimenin asıl (kök) manasını bilmek adına yapılan lugavî tahlîllerin önemi şüphe götürmemekle beraber, tek başına yeterli değildir. Nitekim Cahiliye dönemindeki kullanım sahasından bir anda Kur'ân’ın kavram sahasına giren ve Kur'ân terminolojisini oluşturan her bir kelime, ortaya konan nesnel anlamının yanı sıra Kur'ân bağlamındaki yeri, her bir kavramın birbiriyle ilişkisi, kelâm ile murad edilen mana hatta Arap toplumunun coğrafî, siyasî ve psiko-sosyal yapısı göz önünde bulundurularak yorumlanmalıdır. Bu noktada tek başına dil ilimleri Kur'ân’ı anlamada yeterli olmamasına rağmen Kur'ân’ı anlamak adına yapılacak çalışmanın ilk adımını oluşturmaktadır. 17 Okuyan, a.g.e., ss. 41-42. 18 İbrahim 14/4. 19 Esed, Muhammed, Kur'ân Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay., İstanbul, 2002, s. 499 (3. dipnot). 6 Nitekim Kur'ân’ın nüzûlü esnasında bir kelimenin ifade etiiği mananın anlaşılabilmesi dil-metin-bağlam gibi temel konularda müştereken çalışmayı gerektirir. Bu noktada el-vücûh ve’n-nezâir ilmi tam da aranan ihtiyaca cevap vermektedir. Nitekim Kur'ân tefsîri ile lugat ilmini birleştiren el-vücûh ve’n-nezâir Kur'ân kavramları için soyut ve birbirinden bağımsız anlamlar dizesi oluşturmak için değil, Kur'ân’ın nüzûl sürecinde kazandığı ve bizzat kelâm ile murad edilen manaları görebilmek için çalışmalar yapmaktadır. Dolayısıyla bu gerekçelerle hem el-vücûh ve’n-nezâir ilminin hem de bu ilimle ilişkili olan meâni’l-Kur'ân ve garîbu’l-Kur'ân ilimlerinin ve bu ilimlerde yazılan sözlük mahiyetindeki eserlerin bilinmesi Kur'ân araştırmacısının alana olan hakimiyetini artıracak ve Kur'ân yorumunda söz sahibi kılacaktır. BİRİNCİ BÖLÜM el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR İLMİ ve DÂMEGÂNÎ’NİN el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR’İ I- el-VÜCÛH ve en-NEZÂİRİN LUĞAVÎ VE ISTILÂHÎ TANIMLARI Kur'ân ilimlerinden biri olan el-vücûh ve’n-nezâirin tanınması öncelikle vücûh ve nezâir kavramlarının etimolojik yapısının bilinmesi ve terim olarak ne ifade ettiğinin anlaşılması ile mümkün olacaktır. Bilimsel bir zorunluluk olarak bir ilmi tanımak, öncelikle o ilme ait temel kavramlarının tanımlanması ile mümkündür. Konunun bütün ayrıntılarıyla ortaya konulması amacıyla vücûh ve nezâir kavramlarının her birini ayrı ayrı incelemek ve aralarındaki ilişkiyi tesbit etmek yararlı olacaktır. A. VÜCÛH Arap dili sadece kelime hazinesinin zenginliği ile değil, aynı zamanda bir kelime veya kavramın ifade ettiği muhtelif anlamlar ve beraberinde insanlığa taşıdığı tarihî, kültürel ve coğrafî arka planın teşekkülünde müessir olduğu kendine has felsefî boyutu açılarından da müstesna bir dildir. Öncelikle kelimenin, varlığını inşâ eden lugavî kökleri ardından onun İslâm ilim geleneğinde kazandığı anlamın (ıstılâh) tesbit edilmesi gerekmektedir. İyi bir dilbilimci lugavî ve ıstılahî anlamda kelimenin sunduğu perspektifin farkında olmalı ve bu noktadan hareketle metnin bütününü değerlendirmelidir. Dolayısıyla el-vücûh ve’n-nezâir ilminin anlaşılabilmesi temel kavramlarının tanımlanması ile başlayacaktır. 1. Lugatta Vücûh “Vücûh” () kelimesi sözlükte “vech” () kelimesinin çoğulu olup ‘herhangi bir nesnenin karşısına gelen veya karşısında bulunan şey’ anlamında kullanılır20. Örneğin bu kelime, karşılaşılan insana bakıldığında ilk olarak görülen yüzü için kullanılır. Nitekim yüz, 20 İbn Manzûr, a.g.e., “vch” md.; Âsım Efendi, Tercüme-i Kâmus, I-IV, Osmaniye Matbaası, İstanbul, h. 1305, “vch” md. 8 kişiyi başkasından ayırıp tanımladığı için diğer azâlardan farklı bir yere ve değere sahiptir21. Dolayısıyla denebilir ki “bir varlığın ‘vech’i onu tanımlayan şeydir”. Lugat kitaplarında vech kelimesinin her şeyin en şereflisi hatta aslı (başlangıcı) için de kullanıldığı zikredilmektedir22. Bu manalardan vech kelimesinin tanımlayıcı olduğunu ve farklı bir öneme sahip bulunduğunu anlamaktayız. Nitekim Arapça’daki kullanım örnekleri de bunu göstermektedir. Bu kullanımlardan bazıları şunlardır: Bir nesnenin nefs ve zâtı için “vechü’ş-şey” ( )23; zamanın başlangıcı için “vechü’d-dehr” ( )24; söylenen sözün maksûdu için “vechü’l-kelâm” ( )25; bir kavmin efendisi için “vechü’l-kavm” ( )26; evin kapının olduğu ön cephesi için “vechü’l- beyt” ( )27; elbisenin doğru tarafı/yüzü için “vechü’s-sevb” ( )28; cihet ve yön için “vech” ()29 denir. Vechin lugatta hangi anlama geldiği sorusuna, Hind Şelebî ‘vech’ lafzının üç kullanımı olduğunu ifade ederek şöyle bir tasnifle cevap verir: Yanlızca tek manaya delâlet: Kelimeyle bu tek mana kasdedilir ve kelime diğer manalara ihtimal taşımaz. ( ) 30 ifadesi tek anlama işaret için kullanılmaktadır. Teşâbühe (benzeşme) delâlet: Manaların aralarında bir yakınlık mevcuttur. Dolayısıyla hepsi tek bir aslî manaya döndürülebilir. Manada teaddüde delâlet: Lafza bilinen usullerle, muhtemel olan diğer manaları vermektir. Hind Şelebî, yaptığı tasnîften sonra, bu manalardan üçüncüsünün vücûh-nezâir kitaplarında kasdedilmiş olabileceğini ifade eder.31 21 Âsım Efendi, a.g.e., “vch” md. 22 a.y. 23 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “vch” md..; Âsım Efendi, a.g.e., “vch” md. 24 a.y. 25 a.y. 26 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “vch” md.; ez-Zemahşerî, Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer, Esâsu’l- belâğa, 3. bs., Yay.y., Mısır, 1975, “vch” md.; Âsım Efendi, a.g.e., “vch” md. 27 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “vch” md. 28 ez-Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa, “vch” md. 29 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “vch” md. 30 Bu ifade “bakış açısı” olarak tercüme edilebilir. 31 Yahya b. Sellâm, et-Tesârif li tefsîri’l-Kur’ân mimma iştebehet esmâuh, nşr. Hind Şelebi, eş-Şeriketü’t- Tunusiyye, Tunus, 1980, s. 13 (neşredenin girişi). 9 2. Istılahta Vücûh Vech kelimesinin ıstılâhî tanımını anlayabilmek için sahâbe sözlerinden iktibas etmek uygun olacaktır. Süyûtî kitabında İbn Sa‘d’dan, o da Ebu’d-Derdâ’dan mevkûfen şu hadîsi nakleder: ! " #$ % & '( & " ) (Bir kimse Kur'ân’ın (kelimelerinin) pek çok vecihlerini bilmedikçe onu gerçek manada anlayamaz.)32 Hadîsde geçen ‘bir kimsenin Kur'ân vecihlerini bilmesi’ ifadesi iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisi, Kur’ân’ı gerçek manada anlamak isteyen kimsenin önce kelimenin değişik manalar taşıdığını bilmesi, aralarında bir tezat olmadıkça bunlardan birini seçmesidir. Diğer yorum ise, kişinin kelimenin zâhirî tefsîrine bağlı kalmaksızın, bâtınî manalarından birini kullanmasıdır. Konuyla ilgili bir başka rivâyette ise İbn Abbâs (r.a.) ile Hz. Ali (r.a.) arasındaki konuşma şöyle aktarılır: İbn Abbâs “Ya Emîra’l-Mü’minîn! Ben Allah’ın kitabını onlardan daha iyi bilirim. Çünkü biz Kur’ân’ın nüzûlüne şahit olduk” deyince, Hz. Ali: “Doğru söylüyorsun. Ancak Kur’ân’da muhtelif vecihler vardır. Sen bir vecih ileri sürerken onlar da diğerini ileri sürerler. Fakat sen gene sünnetle mukabelede bulun; çünkü onlar hadîste aynı şeyi yapamıyacaklardır” dedi. Bu konuşmadan sonra İbn Abbâs Hâricîlere gitti. Yaptığı münakaşada hadislerden delil getirdi. Hâricîler İbn Abbâs’ın karşısında delilsiz kaldılar.33 Zikredilen rivâyetler Kur’ân’daki kelimelerin muhtelif vecihlerinin olduğunu ve sahabenin bu ilme sahip bulunduğunu göstermektedir. Hadislerde de ifade edildiği gibi sahâbe “vecih” ile bir kelime veya kavramın muhtelif anlamlarını kasdetmektedir. Lugatçılar da bu rivâyetlerden hareketle ıstılâh olarak ‘vücûh’ kelimesinin bir çok manada kullanılan müşterek lafızlara isim olduğunu ifade etmişlerdir.34 Dolayısıyla ‘vücûh’ kavram olarak “Bir kelimenin Kur’ân’da farklı anlamlarda kullanılması” şeklinde tanımlanabilir.35 Örneğin Cahiliye döneminde soyut anlamda yol göstermeyi ifade eden ‘hüdâ’ kelimesi Kur’ân literatürüne girdiği anda boyut değiştirir ve mecazî bir anlam kazanır. İnsanın aşmak zorunda olduğu 32 es-Süyûtî, Celâleddin Abdurrahmân, el-İtkân fî ulûmi’l-Kurân, nşr. Mustafa Raybe’l-Bugâ, Dâru İbn Kesîr, Beyrût, 2002, c. I, s. 447. 33 es-Süyûtî, el-Itkân, a.y.. Ayrıca bkz. ez-Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdullâh, el-Burhân fî ulûmi’l- Kur’ân, nşr. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim, Dâru’l-Marife, Beyrut, 1972, c. I, s. 101; Taşköprüzâde, Ahmed b. Muhammed, Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyyâde fî mevzû‘âti’l-ulûm, Dâru’l-Kütübi’l-Hâdise, Kahire, 1968, c. II, s. 415. 34 ez-Zerkeşî, el-Burhân, a.y.; es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, s. 445; Taşköprüzâde, Miftâhu’s-sa‘âde, a.y. 35 bkz. ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 100; es-Süyûtî, el-Itkân, a.y. 10 manevî çöllerde yol göstericiliği ifade eden ‘hüda’36, aynı tohumdan çıkan farklı renkte çiçekler gibi âyet-i kerîmelerde birbirinden farklı fakat aynı merkeze bağlı on sekiz anlamda kullanılmıştır. Bu kavramın Kur’ân’daki kullanım örnekleri şu şekildedir37: 1) Sebat: “Bizi doğru yola sebat ettir.”(el-Fâtiha 1/6). 2) Beyan: “Onlar, Rablerinden gelen hidâyet üzeredirler ve onlar kurtuluşa ermişlerdir.” (el-Bakara 2/5) 3) Din: “Şüphesiz din (doğru yol) Allah’ın (yolu)dur.” (Âl-i İmrân 3/73) 4) İman: “Allah hidâyete erenlerin imanını artırır.” (Meryem 19/76) 5) Doğru yolu gösteren önder: “Onları emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.” (el-Enbiyâ 21/73) 6) Peygamberler ve kitaplar: “Benden size bir hidâyet gelir de...” (el-Bakara 2/38) 7) Yol bulmak: “...Onlar yıldızlarla da yol bulurlar.” (en-Nahl 16/16) 8) Nebî: “İndirdiğimiz açık delilleri ve hüdâyı saklayanlar yok mu?...” (el-Bakara 2/159) 9) Kur’ân: “Andolsun, onlara Rablerinden bir hidâyet gelmiştir.” (en-Necm 53/23) 10) Tevrât: “Andolsunki biz Musa’ya hidâyeti verdik.” (Gâfir 40/53) 11) Hakka dönüş “...Ve onlar doğru yola erenlerin ta kendileridir.” (el-Bakara 2/157) 12) Hüccet: “Allah kafirler gürûhuna hidâyet etmez.” (el-Bakara 2/258) 13) Tevhîd: “Biz, eğer senin maiyetinde tevhid (yolu)nu tutup sana uyarsak...” (el- Kasas 28/57) 14) Yol: “...Onların gittiği doğru yolu tutup ona uy..” (el-En‘âm 6/90) 15) Islâh: “...Muhakkak Allah hainleri hilesinde muvaffak etmez.” (Yûsuf 12/52) 16) Yol göstermek/ ilham etmek: “Herşeye hilkatini veren, sonra da doğru yolu gösterendir...” (Tâhâ 20/50) 17) Tevbe: “...Biz tevbe ederek sana döndük...” (el-A‘râf 7/156) 18) İrşâd: “...Umarım Rabbim beni doğru yola irşad eder, dedi.” (el-Kasas 28/22) Rahmet kelimesi ise Kur’ân-ı Kerîm’de on dört farklı anlamda kullanılmıştır38. 1) İslâm: “O, kimi dilerse İslâm diniyle, ona imtiyaz verir...” (Âl-i İmrân 3/74) 2) İman: “O, bana kendi katından bir rahmet vermiş de...” (Hûd 11/28) 3) Cennet: “Allah’ın cenneti içindedirler. Onlar bunun içerisinde ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmrân 3/107) 36 Izutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts., s. 184. 37 bkz. es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, ss. 446-447. 38 bkz. es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, s. 449. 11 4) Yağmur: “O, yağmurunun önünde rüzgarı müjdeci olarak gönderendir...” (el-A‘râf 7/57) 5) Nimet: “Ya üzerinizde Allah’ın fazl ve rahmeti olmasaydı....” (en-Nûr 24/10) 6) Nübüvvet: “Onların nezdinde o yegâne galip, ihsan eden Rabbinin rahmet hazineleri mi var?” (Sad 38/9) 7) Kur’ân: “De ki: «Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir.»” (Yûnus, 10/58) 8) Rızık: “De ki: Rabbimin rahmet hazinelerine siz malik olsaydınız...” (el-İsrâ 17/100) 9) Yardım ve zafer: “De ki: Size bir kötülük istese veya size rahmet dilese sizi Allah’tan kim korur? [Allah’ın azabından sizi kim kurtarır, onun rahmetine kim engel olur.]” (el-Ahzab 33/17) 10) Afiyet: “...Yahut bana bir rahmet vermeyi dilerse...” (ez-Zümer 39/38) 11) Sevgi: “Muhammed Allah’ın resûlüdür. Onun beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı sert; birbirlerine karşı merhametlidir...” (el-Fetih 48/29) 12) Bolluk: “...Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bolluktur.” (el-Bakara 2/178) 13) Mağfiret: “...O, bağışlamayı kendi üzerine yazmıştır.” (el-Enâm 6/12) 14) Korumak: “...Bugün Allah’ın esirgediği hariç, O’nun hükmünden koruyacak hiçbir şey yoktur.” (Hûd 11/43) Görüldüğü gibi söz konusu edilen bu farklı anlamlar arasında bir mana ilişkisi mevcuttur. Bu nedenle vücûh, “el-elfâzu’l müştereke/çok anlamlı lafızlar” diye de isimlendirilmiştir. Bazı ulemâ da bunu Kur’ân’ın mucize olduğuna işaret eden nevilerinden biri saymıştır. Öyleki bir kelime yirmi manaya geldiği gibi daha az veya daha çok manaya da gelebilmekte, beşer kelamında ise böylesine mana zenginliği bulunmamaktadır.39 B. NEZÂİR Kur'ân ilimlerinden el-vücûh ve’n-nezâir’in ikinci kolu olan nezâir de geniş bir lugavî ve ıstılâhî anlam çerçevesine sahiptir. Bunları sırasıyla görmekte yarar vardır. 1. Lugatta Nezâir Nezâir (*+,), benzer, denk anlamına gelen nezîra (+,) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime lugatta, şekil, ahlak (tabiat), fiil ve sözdeki benzerlik anlamına gelir40. Zemahşerî ise 39 ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 100; es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, s. 445; Taşköprüzâde, Miftâhu’s-sa‘âde, c. I, s. 415. 40 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “nzr” md. 12 ‘nezâir’in “benzerler” anlamına geldiğini söyler41. Abdullah İbn Mes’ud’dan (r.a.) yapılan bir rivâyet ‘nezâir’ kelimesinin lugavî anlamını daha net ortaya koymaktadır: Bir adam İbn Mes’ud’a gelerek: -“Ben bu akşam bütün mufassal sûreleri bir rekatta okudum” demiş. Bunun üzerine Abdullah: -“Şiir geveleyerek gibi mi? Vallahi, Rasûlullah’ın (s.a.) bir arada okuduğu birbirine denk sûreleri ben çok iyi bilirim, (-'./ " 0 123 # *+. (4 )” diyerek; mufassal sûrelerden yirmi tanesini zikretmiş, bunlardan her rekatta ikişer sûre okunduğunu söylemiştir42. Ahmet Davudoğlu İbn Abbas’tan (r.a.) yapılan bu rivâyetteki “nezâir” kelimesiyle, uzunlukta kısalıkta birbirine benzeyen sûrelerin kasdedildiğini ifade eder. Mesela Duhan sûresi 60, Nebe sûresi ise 40 âyet olmakla birbirinin nazîridir43. 2. Istılahta Nezâir Nezâir, ıstılâhta “Kur’ân’daki bir takım farklı kelimelerin aynı veya benzer anlamı ifade etmesine” denilmektedir. İşte bu özelliği sebebiyledir ki, birbiriyle anlam beraberliği olan lafızlar için “el-elfâzu’l-muvatte” ismi verilmiştir44. Örneğin insanların Allah’ın gazabını celbedecek filleri işlemesi sonucu kendileri için takdir edilen cezanın çekileceği yerin adı olan “cehennem”, Kur’ân-ı Kerîm’de birbirinden farklı lafızlarla ifade edilmiştir. Bu lafızlar aşağıda örnekleriyle beraber zikredilmiştir: 1) “İnkâr edenlere de ki: “Siz mağlup olacak, haşredilip toplanacak ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne fena bir yataktır!”45 âyetinde (567.5'5) lafzı, 2) “Lâkin ne mümkün! O cehennem alev alev yanan bir ateştir”46 âyetinde (89+9 ) lafzı, 3) “Hayır! Mutlaka o Hutame’ye fırlatılır. Bilir misin Hutame nedir? Allah’ın tutuşturulmuş bir ateşidir.”47 âyetinde (:;5<9=:> ) lafzı, 41 ez-Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa, “nzr” md. 42 Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn” 49/279. 43 Davudoğlu, Ahmet, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yay., İstanbul, 1977, c. IV, ss. 409-410. 44 ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 100; Kâtip Çelebî, Mustafa b. Abdillâh el-Konstantiniyyi er-Rûmiyyi’l- Hanefiyyi, Keşfü’z-zunûn ‘an esâmi’l-kütübi ve’l-fünûn, 2. bs., Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, c. II, s. 2001; Taşköprüzâde, Miftâhu’s- sa‘âde, c. II, s. 415. 45 Âli İmrân 3/12. 46 el-Meâric 70/15. 47 el-Hümeze104/4-6. 13 4) “Şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman kabul edin! O kendi taraftarlarını, cehennemlik olmaya dâvet eder.”48 âyetinde (?@7A ) lafzı, 5) “O gün cehennemde yüzleri üstü süründürülürler ve kendilerine: “Tadın cehennemin dokunmasını!” denilir.”49 âyetinde (5952) lafzı, 6) “Biz seni sırf Kur’ân’la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik. Yoksa sen cehennemliklerden ötürü sorguya çekilecek değilsin.”50 âyetinde (?6?B9C ) lafzı, 7) “Kimin tartıları da hafif gelirse, onun barınağı da hâviye olur.”51 âyetinde (D;5"?5 ) lafzı ile cehennem ifade edilmiştir. Allah’ın mükafatını hakedenlerin ahiretteki yurdunu ifade eden “cennet” için Kur’ân’da şu farklı kullanımlar mevcuttur: 1) “İnanıp yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler.”52 âyetinde (;7.9C ) lafzı, 2) “Onların Rabb’i kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler.”53 âyetinde (E6?@5,) lafzı, 3) “Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar!....”54 âyetinde (FG54) lafzı, 4) “İman edip makbul ve güzel işler yapanlara gelince, onlara da konak olarak Firdevs cennetleri hazırlandı.”55 âyetinde ( 5HG?% ?IG ) lafzı, 5) “İyi ve güzel davranışlarda bulunanlara en güzel mükâfat (yani cennet) ile daha da fazlası var......”56 âyetinde (85.GA:> ) lafzı, 48 Fâtır 35/6. 49 el-Kamer 54/48 50 el-Bakara 2/119 51 el-Kâria 101/9 52 el-Bakara 2/82 53 et-Tevbe 9/21 54 et-Tevbe 9/72 55 el-Kehf 18/107 56 Yûnus 10/26 14 6) “Rab’leri nezdindeki selâm ülkesi olan cennet onlarındır. .”57 âyetinde ( 3 5H ?97A ) lafzı kullanılmaktadır. Nezâir denildiğinde ilk olarak akla gelen aynı anlamın farklı lafızlarla ifade edilmesidir. Ancak nezâir ıstılâhı aynı zamanda istisnaları hariç bir lafzın Kur'ân-ı Kerîm’de devamlı aynı anlama geldiğini ifade için de kullanılmıştır. Örneğin Kur'ân-ı Kerîm’de geçen tüm nikah kelimeleri “...evlenme çağına gelene kadar...”58 âyeti hariç evlilik anlamına gelir. Bu âyette ise ergenlik anlamına gelir59. II- el-VÜCÛH ve’n-NEZAİR İLMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE KONUSU Kur’ân-ı Kerîm’in gaye ve maksadını, Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsîrinden sonra, bize en iyi öğretecek olan zat, kendisine kitab gelen Hz.Muhammed’dir (s.a.). O, Kur’ân tefsîrini mutlak olarak insanlar arasında en iyi bilen kişidir. Kur’ân Hz.Peygamber’i (s.a.) teblîğ ve tebyîn ile vazifelendirmiştir. Teblîğ ve tebyîn, peygamberliğin en mühim esaslarındandır. Hz. Peygamber, kendi üzerine düşen peygamberlik vazifelerini hakkıyla yerine getirmiş, Kur’ân’ı muhatablarına okumuş, okutmuş, ezberletmiş, anlatmış, lüzum gördükçe âyetleri tefsîr etmiştir. O, Kur’ân-ı Kerîm’i yanlız sözleriyle değil, amel ve hareketleriyle de açıklamıştır.60 Sahâbe geneli itibariyle Arap ırkından gelse de, Kur’ân’ı daha iyi anlamak veya anlayamadıkları şeyleri netliğe kavuşturmak için, Rasûlullâh’a sorular yöneltiyorlardı. Nitekim “İmanlarını haksızlıkla da (zulümle) bağdaştırmayanlar”61 âyeti indiğinde, Rasûlullah’a müracaat etmiş,62 ve “hangimiz nefsine haksızlık etmez ki?” demişler, bunun üzerine Peygamber ‘zulm’ü ‘şirk’ ile tefsîr ederek “doğrusu şirk büyük bir zulümdür.”63 âyetini buna delil getirmiştir. Rasûlullah’a gelince, Allah ona kitabı vermiş ve bilmediğini öğretmiştir. Onun için Rasûlullah ve sahâbe döneminde Kur’ân ilimleri konusunda eserlerin hazırlanmasına ihtiyaç yoktu. Bununla beraber sahâbenin çoğunluğu ümmî idi. Okuma yazmayı öğrenme imkanları kısıtlıydı. Bu da bu ilimde eser vermelerine engeldi. Ayrıca Rasûlullâh’ın kendisi bir dönem Kur’ân’dan başka bir şey yazmalarını yasaklamış ve onlara şöyle emir buyurmuştu:64 “Söylediklerimi yazmayın. Her kim Kur’ân’dan başka bir şey yazdıysa onu imha etsin. Ama 57 el-En‘âm 6/127. 58 en-Nisâ 4/6. 59 Taşköprüzâde, Miftâhu’s- sa‘âde, c. I, s. 417. 60 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsîr Tarihi, Fecr Yay., Ankara, 1996, c. I, s. 42. 61 el-En‘âm 82. 62 ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 14. 63 Lokmân 31/13. 64 es-Sâlih, Subhi, Kur’ân İlimleri, çev. M.Said Şimşek, Hibaş Yay., Konya, ts., s. 87. 15 söylediklerimi şifahî olarak anlatın, bunda beis yoktur. Ayrıca her kim kasden bana yalan isnad ederse, ateşteki yerine hazırlansın.”65 Peygamber Efendimizin vefatından sonra, İslâmî fütûhât gerçekleşti ve İslâm âlemi dairesi genişledi. Sahâbe ve tâbiîn İslâm’a yeni girenlere bu hanîf dînin ahkâmını öğretmek için Kur’ân-ı Azîm’in tefsîrini taşıdı. Bu kişilerden tefsîri öncekilerden naklen rivâyet edenler oldu ki bu tür tefsîr ‘me’sûr tefsîr’ diye isimlendirildi. Sahâbe ve tâbiîninin ictihâdî ve aklî muhâkemeleriyle ulaştıkları yorumları Kur’ân’a izâfe edenler de oldu ki bu hareket sonucu oluşan tefsîr ‘re’y tefsîri’ diye isimlendirildi. Hicrî ikinci asırla başlayan bu ilmî hareketlilik kendini Kur’ân ilimleri sahasında da gösterdi. Abbasi Devleti’nin ortaya çıkması ve siyasî istikrar ilmî çalışmaların hızlanmasında önemli amillerdendir. Yine Arap olmayanların İslâm’a girişiyle doğan ihtilaflar sonucu özellikle lugat çalışmaları önem kazanmaya başlamıştır. Kur’ân ilimleriyle ilgili eserlerin ortaya çıktığı bu entellektüel çerçevenin doğal bir sonucu olarak lugat ilmini ve Kur’ân tefsirini biraraya getiren el-vücûh ve’n-nezâir kitapları da ortaya çıkmıştır ki vücûh kitaplarında genel olarak verilen manalar lugat kitaplarında da çoğunlukla bulunmaktadır. Heravî kitabı “Garibîn”de şöyle der: “Arap diline Kur’ân’ın, hadislerin ve tabiîn sözlerinin garibini bilmek için ihtiyaç duyulur.” 66 Kur’ân âyetlerini bağlama uygun şerh eden ve belirli bir lafzın zikredildiği âyetleri cem‘ eden el-vücûh ve’n-nezâir kitaplarının yazılmasında Kur’ân’ın Kur’ân’la şerhi önemli bir neden teşkil etmektedir. Bu eserler manaca birleşik olan kelimeleri tek bir yerde toplamak suretiyle talebelerin hıfzını kolaylaştırır. Aslında bu sayılan sebepler lafızla ilgili garîb, müteşâbihât, mübhemât gibi Kur’ân ilimlerinde de mevcuttur. Bu ilimlerin tamamında hedef Kur’ân nassının zabt ve hıfzına ihtimamı artırmaktır. 67 Vücûh-Nezâir ilmini de bu çerçevede değerlendirmek en uygunu olacaktır. III. el-VÜCÛH ve ve’n-NEZÂİR İLE İLGİLİ ESERLER Hz. Peygamber (s.a.) ve sahabe zamanında şifahî olarak ve daha ziyade soru cevap şeklinde gelişen ilmî hareketlilik hicrî ikinci asrın ortalarından itibaren münferid halde kalmaktan kurtulmuş ve müstakil eserler meydana gelmeye başlamıştır. Abdullah b. Abbas (r.a.) Kur'ân filolojisinin ilk mümessili sayılırsa da kendisinden elimize ulaşmış bir eser mevcut 65 Müslim, “Zühd”, 72, (3004). 66 Yahyâ b. Sellâm, a.g.e., ss. 24-25 (neşredenin girişi). 67 a.y. 16 değildir68. İlmî bir disiplin olarak el-vücûh ve’n-nezâir alanında ise İbn Abbas’ın (r.a.) mevlası İkrime’ye ve Ali b. Ebî Talha’ya birer kitap nisbet edildiği ifade edilmiştir. Elimize ulaşan ilk eser ise Mukâtil b. Süleymân’a aittir69. İslâm tarihine ışık tutan en önemli kitaplardan biri olan İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde vücûh ilmiyle ilgili çalışmış olan üç kişiden bahsedilir. Bunlar Mukâtil b. Süleymân70, el- Hüseyin b. Vâkıd el-Mervezî71 ve Meberred72’dir. İbnü’n-Nedîm el-vücûh ve’n-nezâir alanında eser yazan müelliflerle ilgili bu kadarlık bir bilgiyle yetinir. Vücûh-nezâir ilmiyle ilgili isimleri öne çıkan bazı müellifler ve eserleri şunlardır: 1. İbn Abbas’ın mevlası İkrime (ö. 105/723)73 2. Ali b. Ebî Talha el-Hâşimî (ö. 143/760)74 3. Mukâtil b. Süleymân (ö. 150/767)75. Mukâtil b. Süleymân’ın eseri el-vücûh ve’n- nezâir konusunda elimize ulaşan ilk eserdir. Müellif Kur’an-ı Kerîm’deki manada vücûh sahibi lafızları tespit etmiş ve eserini “el-Eşbâh ve’n-nezâir fi’l-Kur’ân’il-Kerîm”76 diye isimlendirmiştir. Eser Ali Özek tarafından tahkik edilip, neşredilmiş (el-Vücûh ve’n-nezâir, İlmî Neşriyat, İstanbul, 1993) yakın zaman önce de Türkçe’ye tercüme edilmiştir (Kur’ân Terimleri Sözlüğü, çev. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yay., İstanbul, 2004). 4. el-Abbâs b. el-Fazl el-Ensârî el-Mevsılî (ö. 186/802)77 5. Abdullah b. Hârûn el-Hicâzî78 6. Yahyâ b. Sellâm b. Ebî Sa’lebe (ö. 200/815)79. “et-Tesârif li tefsîr’il-Kur’ân mimma iştebehet esmâuh ve tesarrafet meânih” adını taşıyan bu eser Hind Şelebî tarafından tahkikli olarak neşredilmiştir. 7. Ali b. Vâfid. Hind Şelebî Ali b. Vafid’in Harun Reşid döneminde yaşadığını fakat tercüme-i hâli hakkında net bilgilere ulaşamadığını belirtmiştir.80 68 bkz. Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, s. 156. 69 İbnü’l-Cevzî, Cemâlüddîn Ebi’l-Ferec Abdurrahmân, Nüzhetü’l-a’yünî’n-nevâzır fî ılmi’l-vücûh ve’n-nezâir, nşr. Muhammed Abdülkerîm Kâzım er-Râzî, 3. bs., Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 1987, s. 49. 70 İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshak, el-Fihrist, Marvı Ofset, Tahran, ts., s. 377. 71 İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 284 (İbnü’n-Nedîm bu müellifin hangi tarihte yaşadığına değinmezken “Kitâbu’l-vücûh” isimli bir eseri ona nisbet eder. İncelediğimiz diğer eserlerde ise bu müellif hakkında bir bilgi mevcut değildir.). 72 İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 65. 73 İbnü’l-Cevzî, Nüzhet, s. 54; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn , c. II, s. 2001. 74 İbnü’l-Cevzî, Nüzhet, s. 54; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn , a.y. 75 İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 377; Yahya b. Sellâm, a.g.e., s. 31 (neşredenin girişi); ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 100; es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, s. 445; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn , a.y. 76 Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 22 (neşredenin girişi). 77 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn , a.y. 78 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn , a.y. 79 Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 23 (neşredenin girişi). 80 Yahyâ b. Sellâm, a.g.e., s. 31 (neşredenin girişi). 17 8. Ebu’l- Abbâs el-Müberred (ö. 285/898), Mâ ittefeka lafzuhû ve ihtilâfa ma’nâhu min al-Kur’ân’il-Mecîd81 9. Ebû Abdillâh Muhammed b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî (285-315/898-927. Vefat tarihinde ihtilaf edilmiştir.), Tahsîlu nezairi’l- Kur’ân82. 10. Ebû Bekir Muhammed b. el-Hasan el-Mavsılî en-Nakkâş (ö. 351/962)83 11. Ebû’l-Hüseyin Ahmed b. Fâris (ö. 395/1004), el-Efrâd.84 12. Abdülmelik b. Muhammed es-Salebî (ö. 429/1037)85 13. İsmail el-Hîrî en-Nisaburî ed-Darîr, Vücûh’ul-Kur’ân86 14. Hüseyin b. Ahmed b. el-Bennâ el-Bağdâdî el-Hanbelî (ö. 471/1079)87 15. Ebû Abdillâh Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî (ö. 478/1085), el-Vücûh ve’n- nezâir li elfâzi kitâbillahi’l-azîz ve meânîhâ.88 16. Ali b. Ubeydullâh ez-Zâgûnî el-Hanbelî (ö. 527/1132)89 17. Cemâleddîn Ebû’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201)90, Nüzhetü’l-a‘yunî’n-nevâzir fî ilmi’l-vücuh ve’n-nezâir, (nşr. Muhammed b. Abdükerim Kâzım er-Râzî, Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 1984.) 18. Abdurrahman b. Alâuddîn Ali b. İshâk et-Temîmî (ö. 876/1472), ez-Zehâir bi’l- eşbâh ve’n-nezâir.91 19. Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Ali el-Mukrî (ö. 658/1259),Vücûhu’l-Kur'ân.92 20. Şemseddîn Muhammed b. Muhammed İbnu’l-‘Imâd (ö. 887/1487), es-Serâir fî ma’na’l-vücûh ve’l-eşbâh ve’n-nezâir.93 21. Celâleddîn Abdurrahmân es-Süyûtî (ö. 911/1505), Mu‘teraku’l-akrân fî müştereki’l-Kur'ân.94 22. Ahizâde Abdülhalim b. Muhammed er-Rûmî (ö. 1013/1604), Tali’ka ‘ale’l-eşbâh ve’n-nezâir.95 81 Yahyâ b. Sellâm, a.y.; Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 22 (neşredenin girişi). 82 Yahyâ b. Sellâm, a.y.. 83 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, a.y.; Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, s. 186. 84 ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 100; es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, s. 445. 85 Yahyâ b. Sellâm, a.g.e., s. 32 (neşredenin girişi); Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 28 (neşredenin girişi). 86 Yahyâ b. Sellâm, a.g.e., s. 32 (neşredenin girişi); Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 22 (neşredenin girişi). 87 Yahyâ b. Sellâm, a.g.e., s. 34 (neşredenin girişi); Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, a.y.; Cerrahoğlu, a.g.e., a.y. 88 ez-Zerkeşî, el-Burhân, a.y.; es-Süyûtî, el-Itkân, c. I, s. 445; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn , a.y.; Cerrahoğlu, a.g.e., a.y. 89 ez-Zerkeşî, el-Burhân, a.y.; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, a.y.; Cerrahoğlu, a.g.e., a.y. 90 Yahyâ b. Sellâm, a.g.e., s. 35 (neşredenin girişi); Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 23 (neşredenin girişi); ez-Zerkeşî, el-Burhân, a.y.; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, a.y.; Cerrahoğlu, a.g.e., a.y. 91 Okuyan, a.g.e., s. 35. 92 a.y. 93 a.y. 94 Okuyan, a.g.e., s. 36. 18 23. Mustafa b. Hayrettin er-Rûmî (ö. 1052/1616), Tenvîru’l-ezhân ve’z-zemâir fî şerhi’l-eşbâh ve’n-nezâir.96 24. Tantavî, Muntehabu gurreti’l-‘uyûni’z-zevâhir ve’l-vücûh fi’l-Kur'ân-ı Kerîm.97 25. Mehmet Okuyan, Kur'ân’da Vücûh ve Nezâir. Lugat ilimleri denildiğinde sadece el-vücûh ve’n-nezâir anlaşılmaz. Aslında garîbu’l- Kur'ân, müteşâbihu’l-Kur'ân ve meâni’l-Kur'ân gibi ilimler de el-vücûh ve’n-nezâirin alanına giren kelime ve kavramları çoğu zaman kendine konu edinir. Zaten bu ilimleri birbirinden ayırmak ve müstakil değerlendirmeye çalışmak imkansızdır. Yalnız konumuz gereği genel olarak dil bilimlerine ait eser literatürü değil, sadece el-vücûh ve’n-nezâir alanındaki eserler zikredilmiştir. IV. DÂMEGÂNÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ Bir eseri hakkıyla inceleyip tahlîl edebilmek için müellifini de tanımak gerekir. Müellifin yaşadığı dönem, bu dönemin entellektüel yapısı ve bu dönem içerisinde gelişen ilmî kişiliği de bilgi sahibi olunması gereken hususlardandır. Objektif bir değerlendirme yapabilmek için önce müellif ardından da eseri incelenmelidir. Bu amaçla biz de böylesi bir sıra takip edeceğiz. A. HAYATI Devrinin dil ilimleri ve el-vücûh ve’n-nezâir sahasındaki sayılı âlimlerinden olmasına rağmen Dâmegânî’nin hayatından ve eserlerinden bahseden kaynaklar çok azdır. Hayatından bahseden eserlerde de hal tercemesi hakkında fazla bilgi yoktur. Az sayıdaki eserde hayatı hakkında verilen bilgiler ise pek muhtasardır veya birbirinin tekrarından ibarettir. Kendi eserlerinde de ismi, künyesi, babasının ismi ve nisbesinden başka hiçbir kayda raslanmaz98. Müelifin eserine göre ismi Ebû Abdillah Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî olarak tespit edilmiştir99. Kendi eseri dışında müellifin adının geçtiği ilk eser Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin Nüzhetü’l-a‘yunî’n-nevâzir’idir. İbnü’l-Cevzî müellifimizden bahsederken isminin Ebû Abdillah Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî olduğunu söylemekle yetinir100. Zerkeşî ve Süyûtî ise 95 a.y. 96 a.y. 97 a.y. 98 Ali-âbâd, Ekber Bihruz, al-Dâmgânî ve Kitâb al-Vucûh va’l-Nazâir’i, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1968, s. 10. 99 Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 1 (neşredenin girişi). 100 İbnü’l-Cevzî, Nüzhet, s. 83. 19 müellifi yalnız nisbesiyle ed-Dâmegânî olarak zikreder101. Taşköprüzâde ise Miftâhu’s- Sa‘adesi’nde İbn ed-Dâmegânî ismiyle iktifa eder102. Bağdatlı İsmail Paşa ise Dâmegânî’den Ebû Abdillah Hüseyin b. Muhammed b. İbrahim ed-Dâmeganî el-Fakîh el-Hanefî şeklinde bahsetmektedir.103 Diğer bir görüşe göre “el-Vücûh ve’n-nezâir”in müellifi Ebû Abdillah ed- Dâmegânî Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Hüseyin b. Abdilmelik’dir104. Dâmegânî ile aynı asırda yaşayan İbnü’l-Cevzî’nin beyanında ve yazma nüshaların ilk sahifelerinde zikri geçen “Ebû Abdillâh Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî” şeklindeki isim zincirinin müellifin doğru adı olma ihtimali diğerlerinden çok daha kuvvetlidir. Müelllifin doğum tarihi belli olmamakla beraber nisbesinden Dâmgân’lı (veya Dâmegân) olduğu anlaşılmaktadır. Dâmegân Rey ve Nisâbur arasında yer alan büyük bir şehirdir105. Yakût el-Hamevî, Mucemü’l-buldân’ında pek çok ilim adamının Dâmegân şehrine nisbet edildiğini ifade eder106. Bunun dışında müellifin çocukluğu, tahsili, nerelerde yaşadığı veya nerelere gittiği hakkında da maalesef ne kendi eserlerinde ne de diğer kaynaklarda bir kayda raslanır. Hayatının birçok safhaları bu şekilde karanlıkta kalan Dâmegânî’nin ölüm tarihi de ihtilaflıdır. Nitekim bazı kaynakların onun ölüm tarihi olarak verdikleri 478(1085) yılının kendisine mi yoksa aynı künye ve nisbeyi taşımakta olan Muhammed b. Ali ed-Dâmegânî el- Kebîr’e mi ait olduğu kat‘i olarak tayin edilememektedir. Ancak bu tarihin muhtelif kaynaklarda mufassal hal tercemesi verilen bir başka Ebû Abdillah Muhammed ed- Dâmegânî’ye ait olması akla daha yakın gözükmektedir. Nitekim bu tarihi ilk olarak veren Kâtip Çelebî’nin Keşfü’z-zünûn’unda ikinci Dâmegânî’ye ait herhangi bir kayıt bulunmaması ve onun ikinci zâtın ölüm tarihini bir hata eseri bizim müellifimizin ölüm tarihi olarak kaydetmiş olması mümkündür. Fakat şunu da ilave etmek gerekir ki, Kâtip Çelebî Süllemü’l- vusûl’unda ikinci Dâmegânî’yi yani “Kâdı’l-Kudât ed-Dâmegânî el-Kebîr”i kaydetmiş ve 478/1085 tarihini onun ölüm tarihi olarak vermiş, müellifimizden hiç bahsetmemiştir107. Adı geçen diğer şahıs Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Abdilmâlik b. Abdilvehhâb ed- Dâmegânî el-Kebîr Kâdı’l-Kudât’dır ki hicrî 397’de doğmuş ve 478’de ölmüştür. Bu kaynakların hiçbiri Kâdı’l-Kudât ed-Dâmegânî’nin hayatından bahsederken müellifimizin 101 ez-Zerkeşî, Burhân, c. I, s. 102; es-Süyûtî, Itkân, c. I, s. 379. 102 Taşköprüzâde, Miftâhu’s-sa‘âde, c. II, s. 415. 103 İsmail Paşa el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifîn esmâü’l-müellifîn esârü’l-müsannifîn, 3. bs., Mektebetü’l- İslâmiyye, İstanbul, 1951, c. I, s. 310. 104 Dâmegânî, el-Vücûh (Abdülhamîd), s. 29 (neşredenin girişi). 105 el-Endelûsî, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdilazîz el-Bekrî, Mu‘cemu mâ üstü’cime min esmâi’l-bilâd ve’l- mevâzı‘i, I-II, Âlemü’l-Kütüb, Kahire, 1364/1945, “Dâmegân” md. 106 Yakût el-Hamevî, Şihâbeddin Ebî Abdillah Yâkut b. Abdillah er-Rumî, Mu’cemü’l-büldân, Dâru’l-Kütübi’l- Arabî, Beyrut, ts., “Dâmegân” md. 107 Ali-âbâd, a.g.e., s. 11. 20 kitaplarını ona nisbet etmemiştir. ez-Zevâid ve’n-nezâir adlı kitabı hem bizim müellifimize hem de Dâmegânî el-Kebîr’e nisbet eden yalnız Brockelmann’dır. Zirikli de Dâmegânî el-Kebîr’in hayatını yazarken Brockelmann’a uyarak adı geçen eseri ed-Dâmegânî el-Kebîr’e nisbet etmiştir. Bütün kitaplarının en eski nüshalarında adı, baba adı ve künyesi açıkça zikrolunan müellifimizin eseri Brockelmann dışında kalan kimseler tarafından ed-Dâmegânî el-Kebîr’e nisbet edilmediğine göre bizim müellifimiz ed-Dâmegânî el-Kebîr değildir. Brockelmann’ın ez- Zevâid ve’n-nezâir’i iki kişiye nisbet edişi onun bu iki şahsı karıştırdığını gösterir. Kahire’de bulunan ve 467’de istinsah edilmiş olan nüshaya istinâden müellifin en azından bu tarihten evvel yaşadığını söyleyebiliriz108. B. İLMÎ KİŞİLİĞİ Tam teslimiyet ve kayıtsız şartsız iman devri olan Hz. Peygamber (s.a.) döneminden sonra onun sahâbesinin ve tabiînin yaşadığı yıllar, nebevî nurun insanlığa hakim olabilmesi için büyük gayretlerin sarfedildiği dönemlerdir. Ne yazık ki aynı tarihlerde İslâm dünyasında büyük çalkantılara neden olacak olan itikadî ve siyasî tartışmalar da ortaya çıkmıştır. Gelişen farklı ve ayrılıkçı görüşlerin bir sonucu olarak itikâdî mezhepleşme süreci başlamış, hicrî ikinci asrın başlarından itibaren köklü bir akâid mezhebi olarak Mu’tezile zuhûr etmiştir. İki asır sonra Eş’arî ve Mâturîdî’nin elinde Ehl-i sünnet ilm-i kelâmı teessüs etmiş, mütekaddimîn ilm-i kelâmı dediğimiz bu cereyan Gazzalî (ö. 505/1111) devrine kadar devam etmiştir. Müellifimizin yaşadığı beşinci asır ortaları artık Mu’tezîle’nin müstakil bir mezhep olarak mevcud bulunmadığı, fikriyatını Şîa’nın çeşitli kolları içersinde devam ettirdiği ve tabiri caizse Ehl-i sünnetin altın çağını yaşadığı dönemdir.109 Dâmegânî’nin yetiştiği ilim meclisleri hakkında kaynaklarda veri bulunmaması, kendisinin tam olarak hengi ekole mensup olduğu ve döneminin fikrî akımlarından ne ölçüde etkilendiği sorusuna cevap vermeyi zorlaştırır. Dolayısıyla itikadî ve fıkhî olarak hangi mezhebe mensup olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Kaynaklarda, kendisi için verilen “Hanefî” nisbesiyle ilgili ayrıntılı bir bilgi zikredilmezken, bu nisbenin kadılık görevi yapmış olan Dâmegânî el-Kebîr’e ait olduğu ve bir yalnışlık eseri bizim müellifimize nisbet edilmiş olma ihtimali akla gelmektedir. Nitekim kendisi de eserinde bu konuya netlik getirecek bir açıklamada bulunmamıştır. Bir müfessirin hangi kaynakları merkeze alarak Kur'ân’ı tefsîr ettiği, yaptığı tefsîrdeki tutarlılığı ve objektifliği onun ilmî kişiliğini ortaya koyan en belirgin 108 Ali-âbâd, a.g.e., ss. 11-13. 109 bkz. Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, Damla Yay., İstanbul, 1981, ss. 35-36. 21 ipuçlarıdır. Yazık ki Dâmegânî eserinde kaynaklarını tasrîh etmez. Bununla birlikte eserin bazı maddelerini muhteva açısından tahlîl etmek müellifin ilmî kişiliğini anlamaya yardımcı olacaktır. Dâmegânî’nin vücûh-nezâir alanında hazırladığı eseri incelendiğinde en azından müşebbihe ve mücessimeden olmadığı görülecektir. Kelâm tarihimizde asırlarca tartışılan haberî sıfatlar, Dâmegânî tarafından Ehl-i sünnet çizgisinde te’vil edilmektedir. Bu durum kendisinin re’y ekolüne mensup olduğu fikrini kuvvetlendirir. Hangi itikâdî ve fıkhî mezhebe mensub olduğunu açıkça belirtmemiş olan müellifin kelâmî ve fıkhî yorumları ise ileride ayrı bir başlık altında incelenmiştir. C. ESERLERİ Kaynaklarda Dâmegânî’nin şu iki kitabı telif ettiği zikredilmektedir. 1. el-Vücûh ve’n-nezâir. Elinizdeki bu tez çalışmasının esasını teşkil eden eser aşağıda müstakil bir başlık altında incelenecektir. 2. Şevku’l-arûs ve ünsü’n-nüfûs. Arapça ve büyük hacimde mecâlis tarzında bir eserdir. Müellif bu kitabı vaaz meclisleri şeklinde yazmış ve her mecliste bahis mevzuu olan meseleler için Arap şairlerinden şâhit beyitler nakletmiştir. Bu eseri Kâtip Çelebî Keşfü’z- zünûn’da mahiyetine temas etmeden sadece ismen kaydetmiş ve ondan naklen de Brockelmann, Bağdatlı İsmail Paşa ve Ömer Rıza Kehhale yine eserin yalnız adını kaydetmekle iktifa etmişlerdir. Şevku’l-arûs’un bu güne kadar gözden kaçan bir nüshası Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 1557) bulunmaktadır110. D. el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR 1. Kitabın İsmi Kaynaklarda müellifimizin el-vücûh ve’n-nezâir konusunda bir eser yazdığı zikredilmekte fakat bu eserin adı belirtilmemektedir. İbnü’l-Cevzî’nin eserini tahkîk eden Muhammed Abdülkerîm Kâzım er-Râzî konumuz olan eserin ismini “el-Vücûh ve’n-nezâir fî’l- Kur’âni’l-Kerîm” (J K *+. ) şeklinde kaydeder.111 Bu çalışmamızda incelemeye tabi tutulan nüsha ise “el-Vücûh ve’n-nezâir li elfâzi kitâbillâhi’l-azîz ve me‘ânîhâ” ( *+. 110 Ali-âbâd, a.g.e., s. 13. 111 İbnü’l-Cevzî, Nüzhet, s. 51 (neşredenin girişi). 22 ',@L M"M@ 0 N O% P) adını taşımaktadır. Ulaşabildiği el yazması nüshaları tahkîk ederek bir doktora çalışması hazırlayan Ekber Bihruz Ali-âbâd, müellifin eserini “Kitab’ul-vücûh ve’n- nezâir”112 ismiyle okuyucuya sunmuştur. Bir başka tahkîk çalışması ise Abdülazîz Seyyid’ül- Ehl’e aittir113. Kendisi eseri “Kâmus’ul-Kur’ân ev ıslâhu’l-vücûh ve’n-nezâir fî’l-Kur'ân” ( ILQ K *+. RS ) ismiyle neşretmiştir. 2. Kitabın Nüshaları Dâmegânî’nin söz konusu eseri üzerine yapılan tahkîk çalışmaları, muhakkiklerin ulaşabildikleri el yazması nüshalara dayanmaktadır. Ulaşabildiğimiz en eski tahkîk çalışması Türkiye’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Filolojisi Bölümü’nde doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Çalışmayı hazırlayan Ekber Bihruz Ali-âbâd’dır. Tezin birinci kısmının bir faslı ile ikinci kısmı neşredilmiştir. Muhakkikin araştırmaları sırasında Türkiye kütüphanelerinde karşılaştığı el yazması nüshalar şunlardır: 1) İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, AY, nr. 6826: Bu yazmanın istinsâh kaydı olmamakla beraber, kağıt ve yazısından hicrî VI. asrın ilk yarısında yazılmış olduğu tahmin edilmektedir. Nüshanın tavsîfi: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde, AY, nr. 6826 kayıt nosu ile mahfuzdur. Yeni yapılmış ebrulu kağıt kaplı bir cilt içindedir. Baş taraflarda yazı ve kağıt çok tahribe uğramıştır. 93 varak, 21x13 cm. ebadındadır. Yazı ekseriya sahifenin kenarlarına kadar devam etmektedir. Yazı şekli çok eski bir nesih gibi görünmektedir. Söz başları kırmızı mürekkeple, fasıl başları kalın kalemle ve kenarları kırmızı çizgi ile çevrili, süslü bir kufî ile yazılmıştır. Çok dar olan haşiyelerde de not ve açıklama mahiyetinde bazı yazılar vardır. Nüshanın başına eserdeki bütün kelimeleri gösteren bir fihrist eklenmiştir; Bundan nüshanın 103 varak olduğu anlaşılmaktadır. Nüsha sondan noksan olduğu için ferağ kaydı yoktur. VI. asrın başlarına ait gibi görünmektedir. 2) Afyon Gedik Paşa Kütüphanesi, nr. 1194: Bu nüsha tam olup 569/1173 tarihinde istinsah edilmiş bulunmaktadır. Güzel ve okunaklı bir nesih ile yazılmış ve fakat müstensihin bizzat ifadesine göre bazı kısımlar kendisi tarafından ilave edilmiş bulunmaktadır. 112 Ali-âbâd, a.g.e., s. 13. 113 Abdülazîz Seyyidü’l-Ehl, Kâmûsu’l-Kur’ân ev ıslâhu vücûh ve’n-nezâir fî’l-Kur’ân, 5. bs., Dâru’l-İlmi’l- Âlemîn, Beyrut, 1985. 23 Nüshanın tavsîfi: Afyon, Gedik Paşa Kütüphanesi’nde, nr. 1194 kayıt nosu ile mahfuzdur. Üzeri kağıt kaplı, yarı meşin mukavva nüsha çok iyi bir halde muhafaza edilmiştir. Kağıdı az saykallıdır. Bir cilt içinde 169 varaktır. 17x24 (19,5x12 ) cm. ebadında; açık, dairevî, sülüse benzer, çok güzel bir nesihle yazılmıştır. Yazı kısmen harekelidir; sin harflerinin altına üç nokta konmuştur. Mürekkebi biraz dağılmıştır. Söz başları kalın kalemle yazılmıştır. Her sahifede 16 satır vardır. Eser, 569(1173) yılında Muzaffer b. Ebî Tâlib b. Muhammed b. el-Hasan en-Nisâburî tarafından istinsah edilmiştir. 3) Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab, nr. 101: Çok temiz ve tam olan bu nüsha diğerleri ile karşılaştırıldığı zaman istinsah tarihinin yakın olmasına rağmen, yine de onlardan (âyet metinlerinin yazımı ve gramer kurallarına riâyet açısından) üstün olduğu anlaşılmaktadır. Nüshanın Tavsîfi: Kahverengi, meşin, şemseli, miklablı, şirâzeli bir cilt içinde kağıdı krem renginde az âharlı ve kalındır. 110 varak olan nüsha, 14x20,3 (9,3x17) cm. ebadındadır. Her sayfa siyah mürekkeple ve nesihle yazılmış; âyet ve lugatların altı kırmızı çizgili, haşiyelerde kırmızı ile lugatlar yazılmıştır. Her sayfada 25 satır bulunmaktadır. Yazma 1046(1636) Cemâziye’l-âhirinde Muhammed el-Salmûnî tarafından istinsah edilmiştir. 4) Bâyezid Umum Kütüphanesi, Amasya, nr. 974: Nüsha metin bakımından Afyon nüshasına yakın, fakat baş tarafından birkaç varak eksik bulunmaktadır. Nüshanın Tavsîfi: Bir tarafı kopuk tamir görmüş bir cilt içindedir. Kağıdı sağlam, kalındır. 173 varak olan nüshanın baştan iki veya üç varağı noksandır. 12x27 (10x13,5) cm. ebadındadır. Harekesiz nesihle, izah edilen kelimeler ise kırmızı mürekkeple yazılan eserin her sayfasında 15 satır bulunur. Eser 673/1230’te Mahmud b. el-Halil el-Hasan tarafından istinsah edilmiştir. 5) Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 169: Nüshanın Tavsîfi: Eser, sırtı kahverengi meşin, üstü ebrulu kağıt kaplı, şirâzeli, tamir görmüş bir cilt içindedir. Kağıdı krem renginde filigranlı, aharlı bazı yapraklarında rutubet lekeleri vardır. 106 varaktır. 13,7x10,3 (8,5x13,5) cm. ebadında, nesta’lik ile yazılmıştır. Her sayfada 25 satır mevcuttur. Haşiyelerde kırmızı ile lugatlar yazılmış olan eserin müstensihi ve istinsah tarihi yoktur. Tahminen XII/XVIII. asra aittir. Ekber Bihruz bu nüshalardan İstanbul Üniversitesi, Afyon Gedik Paşa Kütüphanesi ve Süleymaniye Kütüphanesi (Reisülküttap) nüshalarını kaynak almakla beraber bir de Kahire’de Dâru’l-Kütüb el-Hidviyye’nın kataloğunda nr. 130 kayıt nosu ile gözüken 467 istinsah tarihini taşıyan nüshayı da karşılaştırmada kullanmıştır. Bu nüshanın baş taraftan 20 sayfaya yakın eksiği bulunmaktadır. Fakat sonunda 467/1074’de istinsah edilmiş olduğu ve asıl nüsha ile 24 mukabele gördüğü kayıtlıdır. Muhakkik üzerinde çalıştığı nüshalarla ilgili “bu nüshalar arasında o derece fark vardır ki içinde ihtilafın olmadığı hiçbir satır yok gibidir” değerlendirmesini yapmaktadır.114 Bir diğer tahkîk çalışması ise ilk baskısını 1970 yılında Beyrut’ta yapan Kâmûsu’l- Kur’ân’dır. Dâmegânî’nin eserini tahkîk edip neşre hazırlayan Abdülazîz Seyyidü’l-Ehl çalışmasına Dâru’l-Kütübi’l-Mısrîyye’de bulunan nüshayı kaynak almıştır. 824 rakamlıyla kütüphanede mahfuz olan bu nüsha 113 varak olup 1067 yılında Halil b. Ali el-Hüseyin es- Samedî tarafından yazılmıştır115. Çalışmamızda kaynak alınan matbu nüsha 1998 yılında Suriye’de Mektebetü’l- Fârâbî’de ilk baskısı yapılan, Fâtıma Yusuf Haymî’nin tahkîkidir. Eseri tahkîk ederken ilk gayesinin müellifin kitabının nüshalarından çoğuna ulaşabilmek olduğunu söyleyen Haymî eserin farklı kütüphanelerdeki dört nüshasına ulaşabildiğini ifade eder ve bu nüshalar hakkında bizlere şu bilgileri nakleder: 1) Birinci nüsha: Şam el-Mektebetü’z-Zâhiriyye nüshasıdır. Şam’da Mektebetü’l-Esed el-Vataniyye de 7221 rakamıyla mahfuz olan nüsha, 4494 rakamıyla mikrofişlerde kayıtlıdır. Basit bir mizanpajı olan kaplama malzemesiyle ciltlenmiştir. Rutubetten etkilenmiş bu nüsha eski bir onarım da görmüştür. 103 varaktır. 17x25 cm. ebatındadır. İlk sahifesinde kitabın bablarının alfabetik bir fihristi ve eserin Âlim Bedreddîn Muhammed Çelebî’ye ait olduğu ve Konya’da Atabek Medresesi’ne vakfedildiği kaydı vardır. Kitabın sonunda nâsihin Ebû’l-Kâsım b. el-Hüseyin b. İbrâhîm b. Muhammed et-Taberî olduğu ve eserin tashîhini 617 yılı Muharrem ayının son 10 günü içerisinde tamamladığı yazılıdır. 2) İkinci nüsha: İrlanda Dublin’de 5206 kayıt nosu ile mahfuzdur. 193 varaktır. Nüshanın ilk sahifesinde şu ibare yazılıdır: “Allah’ın, fakîr kulu Şeyh Hüseyin b. Hamza b. Ömer el-Hüseynî’ye nimet ve fazlındandır.” Eserin müstensihi dördüncü sahifede ayrıntılı bir fihrist verir. Alfabetik sıraya göre kitabın babları, her babın kelime sayısı ve toplam 519 kelime olduğu açıkça belirtilmiştir. Arkasından kitabın ve müellifin adı gelir: (Kitâbü’l-Vücûh ve’n- nezâir: İmam Allâme Ebî Abdillah el-Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî’nin tasnîfi...........) Haşiyelere tashîhler de eklenmiştir. Bazı yaprakların sol köşesinde kitapçık rakamları tescîl edilmiştir. Bu kitapçıkların son rakamı 20’dir. İstinsah tarihi (1172) son sahifeye yazılmıştır. 3) Üçüncü nüsha: Abdülazîz Seyyidü’l-Ehl’in kendisine dayanarak tahkîk çalışması yaptığı 824 rakamıyla Dâru’l-Kütübi’l-Mısrîyye’de bulunan nüshadır. 114 Ali-âbâd, a.g.e., s. 15-17. 115 Abdülazîz Seyyidü’l-Ehl, a.g.e., s. 7 (neşredenin girişi). 25 4) Muhakkikin varlığına işaret ettiği diğer bir nüsha ise Bağdad’da Mektebetü’l-Evkâfi’l- Âmme’de mecâmi‘ bölümünde 2/6576 sayıyla mahfuzdur. Muhakkik zorluğundan dolayı bu nüshaya ulaşamadığını belirtmiştir. Haymî, Bağdad nüshası dışındaki diğer üç nüsha üzerinde çalışabilmiştir. Bu nüshalar arasındaki farkları ve tahkîk çalışmasında sunulan metnin hangi bölümlerinin hangi nüshaya ait olduğunu her nüsha için ayrı bir rumuz kullanarak belirtmiştir. Birinci nüshaya (;!SP ), ikinci nüshaya (H), üçüncü nüshaya (T) rumuzlarını vererek okuyucuyu nüshalar arasındaki farklılıklar konusunda dipnotlarda bilgilendirmiştir.116 Ulaşabildiğimiz son tahkîk çalışması 2003 yılında Beyrut’ta yapılmıştır. Çalışmayı hazırlayan Abdülhamîd Ali el yazması üç nüshadan faydalanmıştır. 1) Birinci nüshanın adı “el-Vücûh ve’n-nezâir”dir. 427 rakamıyla Dâru’l-Kütübi’l- Mısrîyye’de mahfuz olan nüsha orta boy ve 145 varaktır. Her sahifede 25 satır bulunmaktadır ve nüshanın üzerinde İbrahim Nerhad’ın mülkü olduğu yazılıdır. Hicrî 1275 yılına aittir. 2) İkinci nüshanın adı “el-Vücûh ve’n-nezâir li elfâzi kitâbillahi’l-azîz”dir. Dâru’l- Kütübi’l-Mısrîyye de bulunan eser 66 kayıt nosu ile mahfuzdur. Orta boy ve 359 sahifedir. Her sayfada 21 satır vardır. 1189 yılına ait olan nüshanın sahibi Ahmed Ebu’l-Fellâh b. Alî’dir. 3) Üçüncü nüshanın adı “ez-Zevâid ve’n-nezâir ve’l-fevâid ve’l-besâîr”dir. Daru’l- Kütübi’l-Mısrîyye de “Tefsîr 130” rakamıyla mahfuz nüsha 144 sahife ve orta boydur. Her sayfada 21 satır vardır. Muhakkik bu el yazması nüshalar dışında iki tane de matbu nüshayı kaynak olarak kullanmıştır. Bu nüshalar: 1) Abdülazîz Seyyid’ül-Ehl’in tahkîk çalışmasının 1970’de yapılan ilk baskısıdır. 2) Mısır Cumhuriyeti Evkâf Bakanlığı’nın 2 cilt halinde neşrettiği nüshadır ve Abdülhamîd Ali’nin beyanına göre tahkîkinde itinalı davranılmıştır117. Görüldüğü üzere Dâmegânî’nin eseri dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bir çok nüshaya sahiptir. Bu el yazması nüshalardan beş tanesi Türkiye kütüphanelerinde, on tanesi de diğer dünya kütüphanelerindedir. Eserin bu kadar çok el yazması nüshasının olması ve bu 116 Dâmegânî, el-Vücûh (Haymî), s. 8-10 (neşredenin girişi). 117 Dâmegânî, el-Vücûh (Abdulhamîd), s. 31 (neşredenin girişi). 26 nüshalardan yararlanılarak çeşitli tahkîk çalışmalarının yapılması, onun önem ve şöhretine işaret etmektedir. 3. Kitabın Telif Nedeni Dâmegânî, el-Vücûh ve’n-nezâir’inin mukaddimesinde118 eserinin telif nedenini açıklar. İfadelerinden anlaşıldığı kadarıyla Dâmegânî, Mukâtil b. Süleymân’ın ve bu konuda çalışmış diğer müelliflerin eserlerini incelemiş, bu çalışmaların çok sayıda veche sahip birçok kelimeyi ihtiva etmediğini görmüştür. Müellif sadece Mukâtil’in değil ismini zikretmediği diğer el-vücûh ve’n-nezâir müelliflerinin de eserlerini eleştirmekte, onların eksikliklerini ortadan kaldırma iddiasıyla bir eser te’lifine giriştiğini bildirmektedir. Dolayısıyla, bu müelliflerin eserlerinde ele aldıkları ve hiç değinmeden atladıkları kelimeleri kapsayan bir kitap yazan Dâmegânî özellikle eserin okuyucu tarafından daha kolay incelenmesi ve talebelerin daha kolay öğrenip ezberlemesi amacıyla kelimeleri alfabetik sıraya göre bablara ayırmıştır. Tam ve noksansız olmasına çalışılan bu eser yine Mukâtil’inkinden farklı olarak daha sistematiktir. Tüm bu zikrettiklerinin, eseri kendi içinde ve Mukâtil’in eseriyle mukayesede daha tutarlı ve daha sistematik yaptığı şüphesizdir. Dâmegânî’nin bu iddiasındaki isabeti ve haklılık derecesi diğer bölümde incelenecektir. 118 8%=S -" H4 8!4 L2 0 <> . <V 8!4 W !S X$ 0 <> . -/ YA> 0 4 / LZ [ 1Q <V \]L ^ _@W 0 `3 ^ : b XD c X -L ( $ !%d 6e( Xd <!2 -/ &Wf N !LgW \ 8!4 N@ =L ( h. 8!4 &'A 6i@f j$ 8!4 /kL N!@ X.L W %.S L 8!4 &<NL N &<4 _ l<@( Nf & 6@, mA$ XLnb K 1WZ 0 8!4 X+%$ 6!@ . 27 İKİNCİ BÖLÜM DÂMEGÂNÎ’NİN el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR’DEKİ METODU I. el-VÜCÛH ve’n-NEZÂİR’İN METODU Dâmegânî 529 kelimeyi tefsîr ettiği eserini alfabetik sıraya uygun olarak bablara ayırmış ve her bir bab başlığı altında inceleyeceği kelimeleri önce Arap alfabesine göre tertîp edilmiş bir liste halinde zikretmiştir. Kelimeler sadece ilk harflerine göre tanzîm edilmiş, ikinci, üçüncü vb. diğer harfleri dikkate alınmamıştır119. Müellif liste halinde verdiği bu kelimeleri incelemeye geçtiğinde kelimenin kaç vechi olduğunu söyledikten sonra aynı sıraya uygun olarak ayrı başlıklar altında bu kelimeleri tefsîr etmiştir. Doğrudan başlıklarda bile amacının tefsîr yapmak olduğunu vurgulayan müellif, herbir vechin başına sırasıyla “... X\ X'.L ( o ” ibarelerini ekler120 ve bir kelimeyi tefsîr ederken önce kelimenin hangi anlama geldiğini söyler. Bunu “p Xq@r Xq@"” kelimeleriyle belirli bir metod benimsemeden yapar. Arkasından yine sabit bir metod takib etmeden (_@W Q s ( X_@W Q) ifadeleriyle âyetlerle istişhâdda bulunur. Eğer kelimenin aynı anlamda kullanıldığı âyet sayısını artıracaksa, ( 32 K !L ... X 32 K _@W) lafızlarıyla yeni âyetleri örnek getirir121. A. ÂYETLE İSTİŞHAD YÖNÜNDEN METODU Kur’ân’ın ilk ve en mühim müfessiri yine Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm’de mücmel-mübeyyen, mutlak-mukayyed, umum ve husus belirten ifadeler bulunmaktadır ki bu ifadeler öncelikle âyetle istişhâd yapmak sûretiyle vuzûha kavuşur. Müfessirlerin çoğu bir âyeti 119 bkz. Ek 1. 120 bkz. Ek 2. 121 bkz. Ek 3. 28 tefsîr ederken ilk olarak kapalı gördükleri âyeti açıklayan -ya da açıkladığı düşünülen- âyetlerle istişhâd yaparlar ki bu durum Kur'ân-ı Kerîm’in ilk müfessirinin yine Kur'ân-ı Kerîm olduğunu gösterir. Dâmegânî’nin eserinde takip edilen metod ise daha farklıdır. Dâmegânî eserinde bir kelimenin vecihlerini izah ederken temel metod olarak âyetlerle istişhâdda bulunmuştur. Yalnız bu istişhâdlar âyetlerdeki bilinmeyen bir kelimenin izahı için başka bir âyete başvurmaktan ziyade bir kelimenin vechi ifade edildikten sonra müellifin bu vechi desteklediğini düşündüğü âyet veya âyetleri sıralaması şeklindedir. Yani müellifimiz âyeti veya âyette geçen kelimeyi merkeze almaz. Vecihlerini açıkladığı kelimeyi âyetlerden delil olabileceğini düşündükleriyle destekler. Bu açıdan müellifimizin âyetle istişhâdı bir rivâyet unsuru olarak değil, bir dirâyet unsuru olarak karşımıza çıkar. Eser açısından ehemmiyeti ve konu tarafımızdan bu şekilde değerlendirildiği için âyetle istişhâd bahsi eserin rivâyet yönü başlığı altında değil, ayrı bir başlık altında incelenmiştir. 1. Bir Kelimenin Vechini Açıklarken Âyetle İstişhad Dâmegânî eserinde tefsîr etmek üzere zikrettiği kelimenin vechini söyledikten sonra bu yorumunu destekleyen âyet veya âyetlerle istişhâdda bulunur. Eserin bir iki istisna hariç tamamında aynı metodla hareket eder. Örnek 1: Dâmegânî beş vechi122 olduğunu ifade ettiği “dîn” kelimesinin vecihlerinden birini şu şekilde açıklar: 32 K _@W Q t$N q@" t-" <4 1 : 1" u2Z 0 .4 -" v : X2Z 0 .4 $N LM 32 K _@W : 1" u-" w!x 0 4(v : X < y32 K _@W X$N z Dâmegânî “ed-dîn”(-" ) in tevhîd anlamına geldiğini beyân ettikten sonra Âli İmrân sûresinin 19. âyetini123 buna delil gösterir ve âyetin “Allah katında tevhîd İslâm’dır” anlamına geldiğini ifade eder. Zümer 2. âyetle124 bu anlamı kuvvetlenlendirerek Kur’ân-ı Kerîm’de aynı anlamda olan başka âyetlerin bulunduğunu da ifade eder. Örnek 2: 122 Bu vecihler: Tevhîd, Hesâb, Hüküm, Dîn, Millet. 123 “Allah katında din İslâm’dır”. 124 “.... dini yalnız ona halis kılarak Allah’a ibadet edin” 29 X{) q@"t 6'"" Y/ L ] 6'%!{ L [ &"~ 1" o$ JL 32 K _@W Q t, : q@"Xu."" Y/ L v u.%!{ L v {) ) 32 K _@W X, q@" j 4 : Xu6'%!{ L 6'"" Y/ -L 6'k.?W v ] -L : &Q {) [ iA 6$ K _@W X6'.4 K '."5:( X, K q@"tu 6'%!{ -L v lf @/ o@/ ) 6 ~{(X : .Q v " 32 K _@W 1Q u6'%!{ L 6'"" Y/ L 6c ."M( ,Q 6c : &Q v u6%!{ L 6"" Y/ L W 6c q@" , 4 . Mâ beyne eydîhim (6'"" Y/ L) ifadesinin “ahiret”, ve mâ halfehüm (6'%!{ L ) ifadesinin de “dünya” anlamına geldiğini söyleyen Dâmegânî kısa açıklamalarla beraber Meryem sûresinin 64. âyetini125, A‘râf sûresinin 17. âyetini126, Fussilet sûresinin 25. âyetini127 ve Yâsin sûresinin 45. âyetini128 delil getirir. 2. Örnek Olarak Getirdiği Âyetlerden Bazısını Açıklaması Müellif bazen tefsîr ettiği kelimenin vechini ortaya koyup âyetle istişhâdda bulunduktan sonra zikrettiği âyeti ayrıca açıklar. Aslında müellifin bu tavrı eserin cüz’î bir kısmında kendini gösterir. Nadirattan denilebilecek bu şerhlerin yanında sebeb-i nüzûl kapsamında değerlendirilebilecek olan bilgileri de okuyucuya sunar.129 Örnek 1: ! $) 8A4 -4 <4 1 32 K _@W Q t, K ) 3 d -L ;L " &Q ~@ ] 1Q , :[ v XNL Q XI. 6! XR, -/ 2 $( X&* 2 q ~4 0 L/ yf 8A4 ( u 0 / 8Wf ?$: 32 K +, X < ( *f . Dâmegânî, çok sık olmasa da zaman zaman kabul ettiği yorumu ayrıca şerh ederek vuzûha kavuşturur. Örneğin “ihya”( $) ) kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm’deki kullanımlarından birinin “ibret” için olduğunu belirterek, bu ibretin kıyamet gününden önce, dünyada rızık ve tesir olmaksızın söz konusu olduğunu ve Âli İmran sûresi 49. âyette130 de aynı anlamda kullanıldığını ifade eder. Dâmegânî ilgili âyeti zikrettikten sonra âyeti şu ifadelerle şerh eder: 125 “......önümüzdeki, ardımızdaki hep O'nundur.......” 126 “........önlerinden, arkalarından ......sokulacağım....” 127 “Onların yanına bir takım yardakçılar koyarız da geçmişlerini geleceklerini onlara güzel gösterirler....” 128 “Onlara: «Geçmişinizden ve geleceğinizden sakının,......» dendiği zaman.....” 129 Eserin sebeb-i nüzûl açısından değerlendirmesi için bkz. “Sebeb-i nüzûl” bölümü. 130 “...Allah’ın izniyle ölüyü diriltirim.” 30 “İsa (a.s.) Allah’ın emriyle İsrailoğullarına ibret olsun diye ölüyü diriltiyordu. Dolayısıyla Sâme b. Nûh’u da diriltti. (Sâme) insanlarla konuştu ve tekrar öldü.-Bir zamanlar böyle olmuş-” Örnek 2: R, 32 K _@W X% ( X2) / H " p 3) : H f X3) p u 3) 8!4 3W ) 3 v H 32 K _@W Q +, X2) / : XLQ _ o@/ ,) R, 4H ! p 3) p u L ?@9!G/ 3 " v 1 2 X<w 4 82L L ;wQ ;"$ K H3 t 3 ]W # 3) -L X3) & *2 _ o@" W Y$ L -/ s!f 4 -L ;,<!A ;Q=/ . 13 vechi131 olan “arz” (3) ) kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm’deki kullanımlarından biriyle İslâm’ın kasdedildiğini söyleyen Dâmegânî Nûh sûresi 26.132 ve Hûd sûresi 44.133 âyetleri buna delil göstererek âyeti şu ifadelerle şerh eder. “Arz, Nûh’un davetinin şamil olduğu yerdir. Çünkü Nûh başka bir yeryüzü ehline değil, kendi kavmine gönderilmiştir. Kerker bölgesi, suyun basmadığı yerlerdendir. Bunun zikri “Musa ve Abdüssamed kıssası ve Kerker Denizi’nden Süleymaniyeli ziyaretçiler geldiğinde Addülmelik b. Mervân’ın sorusu” hikayesinde geçmiştir.” 3. Aynı Âyeti Farklı Vecihlere Delil Göstermesi Dâmegânî’nin, nadiren bile olsa eserinde aynı âyeti farklı vecihlere delil gösterdiği görülür. Örnek 1: 32 K _@W Q t ~ q@" t ,) : ~{ @L -L ~{ q@" u 8!Q -L @L -L v X!Q -L ......... t q@" t ........ X ,) 32 K _@W : ,/ q@" u 8!Q -L @L -L v . 131 Bu vecihler; Cennet, Şam, Medine, Mekke, Mısır, İslâm coğrafyası, Tüm yeryüzü, Kabir, Kıyamet alanı, Çöl, Kalp, Mescid alanı, Ayak. 132 “Rabbim, yüryüzünde (hiçbir inkarcı) bırakma” 133 “...Ey yeryüzü! Suyunu çek...” 31 () kelimesinin 8. ve 13. vecihlerinde müellif aynı âyetle istişhâdda bulunmuştur. Buna göre Enbiya sûresi 24. âyetteki134 () kelimesi 8. veche göre “haber” anlamına geliyorken, 13. vecihte belirtildiğine göre “beyân” anlamına gelmektedir. Ciddi bir çelişki olmasa bile, bu kusur acaba esere farkında olmadan mı dercedilmiştir? Yoksa müellif bunun ile aynı âyetin her iki anlama da gelebileceğini mi ifade etmektedir? Ne yazık ki müellifimiz bu konuda herhangi bir yorum yapmamaktadır. Bu da aynı âyete farklı anlam vermesi nadirâttan olduğu için bu durumu gözden kaçırmış olabileceği fikrini kuvvetlendirir. Örnek 2: <4 1 32 K _@W Q t* K p .4 : X* K q@" u 0 .4 -" v ..... { _ . <4 1 32 K _@W Q t*/ q@" t.4 : _@W 0 / q@" u 0 .4 -" v . Dâmegânî vecihlerini açıkladığı (.4) harf-i cerrinin Âl-i İmrân sûresindeki “Şüphesiz ki Allah katında din....”135 âyetinde “onun semasında” anlamına geldiğini ifade eder. Kelimenin bir başka vechinin ise aynı âyetle istişhâdda bulunarak “Allah’ın rızasıyla” anlamına geldiğini ifade eder. 4. Âyetle İstişhad Yapmadığı Yer Dâmegânî eserinde sadece tek bir yerde [(&V) kelimesinin tefsîrinde ] âyetle istişhâdda bulunmadan anlamı zikreder. \ : " ;/@ 136 Yüzlerce kelimenin toplam binlere varan vecihleri düşünüldüğünde tek bir kelimenin herhangi bir delille istişhâdda bulunulmadan tefsîri eser açısından ciddi bir kusur değildir. Muhtemelen eserin tahkîk ve basımı esnasında bir yanlışlık söz konusu olmuş, âyet atlanmıştır. Nitekim eser üzerinde yapılan bir başka tahkîk çalışmasında aynı vecih için Rad sûresi 13. âyetle istişhâdda bulunulmuştur.137 134 “...İşte benimle beraber olanların Kitab'ı ve benden öncekilerin Kitab'ı....” 135 Âli İmrân 3/19. 136 İkinci vecih: şiddetli ceza. 137 Dâmegânî, el-Vücûh (Abdulhamîd), s. 423. 32 5. Âyetleri Tam/Yarım Vermesi Dâmegânî âyetlerle istişhâdda bulunurken özellikle uzun olan âyet-i kerimelerin tamamını zikretmez. İlgili metni aldıktan sonra burada zikri geçen kelimeyi tefsîr eder. Örnek 1: 32 K _@W Qtkf q@"tf : u ( L 6c <!v 32 K _@W X( L q@" s!f : u'.L K L(v '$.L K L( q@" . Müellif “meşy” (f ) kelimesinin tefsîrini yaparken zikrettiği Bakara 20.138 ve Mülk 15.139 âyetlerinin tamamını almamıştır. Örnek 2: tY q@" t-+ ...... > 32 K _@W Q : u/A$ L \ ..h \bv Müellif “zann” (-+ ) kelimesinin tefsîrini yaparken görüldüğü üzere âyetin tamamını zikretmiştir. 6. Sûre İsmini Farklı Vermesi Dâmegânî eserinde bazı sûreleri meşhur olmuş isimleriyle değil de ya ilk âyetlerine atıf yapmak ya da diğer isimleriyle zikretmek sûretiyle vermiştir. İsrâ sûresi için Benî İsrail, Meâric suresi için Seele sâil; Ğâfir suresi için Hâ-mîm el-Mü’min isimleri bu kullanımlarından bir kaç örnektir 140. Bazen de bir sûreyi hem bilinen hem de pek bilinmeyen ismiyle zikretmiştir. B. RİVÂYETLERLE İSTİŞHÂD YÖNÜNDEN METODU Müfessirler, bazen Kur'ân-ı Kerîm’i uzmanlık alanları ve birikimleri doğrultusunda benimsedikleri metodu merkeze alarak tek bir bakış açısı ile bazen de birkaç farklı metodu kullanmak sûretiyle aynı meselenin çeşitli yönlerini ele alarak tefsîr yapmışlardır. Eseri fıkhî tefsîr, lugavî tefsîr, rivâyet tefsîri diye isimlendirilenler olduğu gibi Kur'ân’ı tüm bu yönlerine atıf yaparak tefsîr edenler de olmuştur. İlâhî kelâmı anlayabilmek adına ortaya çıkan tüm 138 Âyetin tam metni: G6?'?@G<5A?/ 55 99 ! 5 G9 5 L9Q G6?'G9!54 569!h9 9?b5 ??( G57L 6'9 59 5<!: G6 535wG/9 9=G 5" G5 H95" ! ?b G6? ?35wG/95 E"?9Q F G5 &: 89!54 139 Âyetin tam metni: 3¡. ?G9 ?b5 ??QG3 -?L :!:5 5'??5.5L ?( GL9( ¢): 9 5G39g 6:9 9&5@5 p? 5 140 bkz. Ek 4. 33 metod ve yorumlar kendi içinde tutarlı olabildiği ölçüde değerli ve vahye muhatab olan kimsenin manevî ve ilmî tekâmülüne yardımcıdır. Bu nedenle rivâyet tefsîri de önce Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra sırasıyla sahâbe ve tabiînden yaptığı sahîh nakillerle teşekkül etmeli, müfessirlerin yorumları bu sistem içerisinde değerlendirilmelidir. 1. Hz. Peygamber'in Hadîsleriyle İstişhâd Kur’ân’ın te’kid, teşrî ve tebyîninde sünnetin vazgeçilmezliği bilinmektedir. Hz. Peygamber (s.a.), sözleri ve fiilleriyle Kur’ân-ı Kerîm’i 23 yıl boyunca tefsîr ederek ilâhî kelâmın doğru anlaşılabilmesi için çalışmıştır. Bu açıdan bir müfessirin en azından Peygamber Efendimiz’den gelen sahîh rivâyetleri bilmesi ve değerlendirmelerini buna göre yapması gerekmektedir. Kur’ân tefsîrinde öncelikli kaynak olan âyetle istişhâddan sonra ikinci kaynak Hz. Peygamber’in (s.a.) hadîs-i şerîfleridir. Nitekim âyet-i kerîmeler de bunu teyid eder mahiyettedir: “Sana da zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki kendilerine ineni insanlara açıklayasın. Belki düşünüp ibret alırlar.”141 “Biz gönderdiğimiz her peygamberi kendi kavminin dili ile gönderdik ki onlara açıklasın.”142 Dâmegânî eserinde Peygamber Efendimizden (s.a.) herhangi bir hadîs nakletmemiştir. Bu durum Dâmegânî’nin hadîs bilgisinin olmadığı ya da çok az olduğu şeklinde yorumlanamazsa da, eserinin hadîsle istişhâd konusunda zayıf olduğunu göstermektedir. Muhtemel ki Dâmegânî bir müfessirin bilmesi gerektiği gibi hadîs bilgisine sahiptir ve bu bilgisini kelimelerin tefsîrinde muhtevâ itibariyle kullanmıştır. Ancak klasik hadîs usûlüne göre rivâyetlerde bulunmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.) dönemine ait naklettiği bir kaç haber vardır ki bunlar sebeb-i nüzûl kapsamında değerlendirilebilecek olaylardır. Bu nedenle bu rivâyetlerin sebeb-i nüzûl başlığı altında değerlendirilmesi uygun görülmüştür. 2. Selef Kavli İle İstişhâd Hiç şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’i doğru tefsîr edebilmek için Hz. Peygamber (s.a.), Kur’ân-ı Kerîm’in ilk muhatabları olan ashâb ve ilmi onların rahle-i tedrîsinde aynı ihtimamla tahsîl eden tabiîn neslinin tanınması, yaşadıkları dönemde mevcut fikrî ve ilmî çerçevenin 141 en-Nahl 16/44. 142 İbrâhîm 14/4. 34 bilinip, onlardan bize gelen rivâyetleri de göz önünde bulundurarak değerlendirmeler yapılması gerekir. Selefi içinde yaşadıkları dönemi de göz önünde bulundurarak anlayabilmek, değişmeyen metin, değişen dil ve kelâmın unutulma riskine sahip bağlamını tahlîl edebilmeyi sonuç olarak da en objektif şekliyle tefsîr yapabilmeyi sağlayacaktır. Aynı zamanda bu ilmî tavır eserde ifade edilen görüşlerin dayanaksız olmadığının da bir ifadesidir. Dolayısıyla sahâbe ve tabiînden yapılan sahîh rivâyetler Kur’ân’ı anlamada müfessire yardımcı olacak, onun mübhem gördüğü noktaları daha kolay vuzûha kavuşturmasını sağlayacaktır. Nitekim Dâmegânî eserinde, kendisi ile istişhâd yapması bakımından âyetlerden sonra en sık, sahâbe ve tabiîn kavline başvurur. Gerçi yaptığı toplam rivâyet sayısı 58’dir143. Ancak tamamına bakıldığında istişhâd konusunda zayıf olan eser için bu sayının azımsanamayacağı söylenebilir. Bu noktada Dâmegânî’nin seleften yaptığı rivâyetlerde hadîs usûlüne uygun hareket edip etmediği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Dâmegânî’nin eserinde yer alan sahâbe ve tabiîn rivâyetleri hadîs usûlü açısından sıhhat kriterlerine uymamaktadır. Nitekim eserinde zikredilen tüm rivâyetler mu‘allaktır144. Eserde sahâbeden yapılan rivâyetler mevkuf mu‘allak145, tabiînden yapılan rivâyetler ise maktu mu‘allaktır146. Mu‘allak hadîsler ise esas itibariyle senedi kopuk olduğu için zayıf hadîsler grubundan sayılır147. Eserin isnâd açısından zayıf oluşunun Dâmegânî’nin hadîs bilgisine ne kadar ışık tutacağı düşünüldüğünde bu konuda kesin bir hükme varmanın zor olduğu görülecektir. Ancak bu çalışmada müellifin naklettiği rivâyetlerin meşhur olmuş rivâyet tefsîrlerinde geçip geçmediğini, böyle bir görüşün aynı şahıslardan nakledilip nakledilmediğini incelemek Dâmegânî’nin selef kavli konusunda –muhteva itibariyle- ne kadar tutarlı olduğunu ortaya koyacaktır. a Sahâbe Kavli İle İstişhâd Dört sahâbeden toplam dokuz rivâyette148 bulunan Dâmegânî’nin kendisinden en çok rivâyette bulunduğu sahâbeler İbn Mesud (r.a.) ve İbn Abbâs’tır (r.a.). Müellif özellikle te’vile ihtiyaç duyan kelimeler hakkında sahâbe kavliyle istişhâdda bulunmuş, yaptığı istişhâdla kendi 143 Dâmegânî toplam 25 şahıstan 58 rivâyette bulunur. Bu rivâyetlerden 9 tanesi sahâbeden 41 tanesi tabiînden nakledilmiştir. 144 Senedin baş kısmından (muhaddisin bulunduğu taraftan) bir ya da birkaç râvî düşürülerek daha yukarıdaki bir râvîden nakledilen hadîse mu‘allak hadîs denir. Mu‘allak hadîste bazen seneddeki bütün râvîler düşürülerek hadîs bazen sahâbeden, bazen de sahâbenin adı da zikredilmeksizin doğrudan Hz. Peygamber’den (s.a.) rivâyette bulunulur. Senedin baş tarafından bu tür râvî düşürmeye ta‘lik denir. (bkz. Uğur, Mücteba, Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1992, s. 238). 145 Mevkuf mu‘allak: Râvînin, sahâbe sözünü doğrudan sahâbeden rivâyette bulunarak zikretmesidir. 146 Maktû mu‘allak: Râvînin, tabiî sözünü doğrudan tabiînden rivâyette bulunarak zikretmesidir. 147 Uğur, a.g.e., s. 238. 148 İbn Mesud’dan 4, İbn Abbâs’tan 3, İbn Ömer’den 1, Ebû Hureyre’den 1 rivâyet aktarılmıştır. 35 görüşünü kuvvetlendirmiş yahut doğrudan yorumu ve sahibinin ismini vererek kelimeyi açıklamıştır. Örnek 1: 32 K _@W Q t"~ q@" t3i> : u3i> I. H@Q v H@AL -/ 1Q : X"~ -L 3i$ < .4 0 '!@ ...149 Dâmegânî Bakara sûresi 24. âyette geçen “hicâra” (3i> ) kelimesiyle “taş kömürü150” anlamının kasdedildiğini ve Allah’ın onu katında dilediği gibi kıldığını İbn Mesud’un (r.a.) kavli ile istişhâdda bulunarak ifade etmiştir. Taberî, Tefsîr’inde kelimenin ne anlama geldiğine dair mevcut görüşleri zikretmiş, İbn Mesud rivâyetini ise iki farkı senetle okuyucuya sunmuştur.151 Ayrıca İbn Mesud’un yorumunu destekleyen İbn Cüreyc ve İbn Abbâs’dan başka rivâyetleri de zikretmiştir152. Örnek 2: <4 1 32 K _@W Q t q@" t&> : <wN4 v u @£ 0 & H@AL -/ 1Q : q@" t0 &$ 153. Dâmegânî, Âli İmran sûresi 103. âyette geçen “habl” (&> ) kelimesini İbn Mesud’un görüşüyle istişhâdda bulunarak “Kur'ân” olarak tefsîr eder. Buna göre, âyetin anlamı “topluca Kur’ân’a sarılın” olacaktır. Taberî âyetin tefsîrini yaparken154 İbn Mesud’dan iki farklı rivâyette bulunmuştur. Bu rivâyetlerden birincisi “habl” kelimesinin cemaat155 anlamına geldiği; ikincisi ise Kur’ân156 anlamına geldiğidir. Örnek 3: 149 Hicâra (Taş), “taşkömürü” anlamına gelir. Allahu Teâlâ’nın Bakara Suresi’ndeki “onun yakıdı insanlar ve taştır” (24) âyeti kerimesi (örnektir). İbn Mesud şöyle demiştir: “Taş kömürdendir, Allah onu kendi katında dilediği gibi yaratmıştır.” 150 Kibrît ifadesi, taş kömürü şeklinde tercüme edilebileceği gibi kükürt şeklinde de tercüme edilebilir. 151 Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân, I-XXX, Dâru ihyâ‘it-türâsi’l- Arabî, Beyrut, 2001/1421, c. I, s. 194. 152 a.y. 153 Habl (ip), “Kur’ân” anlamına gelir. Allahu Teâlâ’nın Âli İmrân Suresi 103. âyeti “Allah’ın ipine topluca sarılın” (buna örnektir). İbn Mesud, “Allah’ın ipi, Kur’ân anlamına gelir” demiştir. 154 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, c. IV, s. 43. 155 Bu yoruma dair Taberî iki farklı senetle İbn Mesud’dan (r.a.) rivâyette bulunmuştur. 156 Bu yoruma dair Taberî iki farklı senetle İbn Mesud’dan (r.a.) rivâyette bulunmuştur.